20 Haziran 2017 Salı

insan bi arabanın altına girer







Sabah sabah gülmelerim, gülmekten ölmelerim geldi :)))

Geçen gün rastladığımız dört yavrulu kediye mama götürmüştüm ki ohoooo yan bahçede şenlik varmış. Bir konuşmalar, bir şikayetler, öfkeler möfkeler. Mırıl mırıl diycem ama kedi mırıltısı değil, "ahlaksızkedilerinahlaksızlığınaşahitolanahlaklıinsanlarınamankonukomşuduymasın" mırıltıları! (tekrar, bir solukta lütfen)

Adam resmen çiftleşen kedilere "Allah sizi kahretmesin, insan bi arabanın altına falan girer" dedi. Dedi yani. Kulak bunlar duydu. İnsan bi arabanın altına falan girer! Hmmm. Sonra çekine çekine sağa sola baktı, kimse onu görmüştümüydü? 

Kapıdan penyesi çiçekli, saçı balyajlı, ağzı sakızlı, yüzü çizgili, karısı (olmak zondaymış gibi) tipli bir kadın çıktı. 

Çizgili suratlı kadın, azıcık daha buruşukluk katarak çizgilerin arasına "Bu sarı kedi hep böyle" diye çemkirdi. Dudaklarını büzdü, burnunu gözlerine doğru çekti. Hani bebeklere "çirkin ol bakiiim" deriz ya, işte onun sevimsiz halini yaptı. Bu da yetmedi, bahçede yaratılışları gereği, tam olması gereken yerde ve zamanda çiftleşen kedilere tiksinç tiksinç baktı. 

Olup biteni bir yandan gülerek izliyor bir yandan 'bu yine kötünün iyisi' diye geçiriyordum aklımdan. Sarmanın ensesinden ısırıp altına aldığı çelimsiz tekirin namussuzluğundan dem vurmuyorlar hiç değilse derkeeeeeeeeen evet tam bunu düşünürken tahminim gerçek oldu. Başı saçsız, yüzü nursuz, eli işsiz, gözü oynaşlı, üç günlük traşlı adam konuştu. 

"Zaten bu zilli de pek meraklı!!!" 

Hmmm işin şekli değişiyorrrrr. Adamla kadın kendi fantezilerini tekir kızımızla sarman oğlumuz üzerinden anlatmaya başlıyorlar. Dedim ki kendi kendime "ah yaaa bir ödenek olmalı, bir fon mesela... Bu ikisini enselerinden tutup götürüp kısırlaştırmalıyım. Ciddiyim. Bence, sence, şu ırka, bu dine, öbür mezhebe göre değil, tüm insanlığın ortak değerlerine göre kısırlaştırmalıyım. Cırt diye. 

Elin gariban hayvanları insanımsıbirsürüyaratığın zulmüne uğramasın, aç kalmasın, ezilmesin, itilip kakılmasın diye kısırlaştırılacağına benimki daha iyi bir fikir değil mi?


İnsan bi arabanın altına girer karrrrdeşimm :)))

Sevgiyle 












19 Haziran 2017 Pazartesi

Tombul




TOMBUL'CUM GÜZEL AĞACIM BENİM

Böyle hani yolda yürürken birdenbire bir sokak köpeği görüveririz ya yanımızda. Durup öylece bakar gözlerimize. Hiç o köpeğin başını okşadınız mı? Dokundunuz mu sert telli tüylerine? Hmmm peki.

Büyük ihtimalle Galata Kulesi'ne çıkmış, önünde fotoğraflar çekmişsinizdir. Peki yanına gidip dokundunuz mu ona? Eliniz Bizanslı, Cenevizli taşların üzerinde dolaştı mı? İnanmıyorum, altındaki masada kahve içtiniz ama Kule'ye dokunmadınız öyle mi? Hayret!

Ya en yakınınızdaki, o her gün gördüğünüz arkadaşınızın yanaklarını avuçlarınızın içine aldınız mı hiç? Dokundunuz mu saçlarına, kollarına? Peki ama neden yapmadınız bunu? Neden dokunmadınız?



Ya bir zeytin ağacına? Hiç zeytin ağacına dokundunuz mu? Şu an bir tanesi tam karşımda gümüş gümüş parlıyor. Klavyeden başımı her kaldırdığımda gülümsüyor sanki. Gülümsüyor dedim çünkü bence zeytin neşeli bir ağaçtır. Dahası kavak sevdalı, çınar bilge, çam erişilmez, söğüt dertli, manolya aristokrat, erguvan şair ruhlu, limon muziptir. Bence dedim ya, öyle işte...

Bir keresinde daha biz çocuktuk, İzmir'den Ada'ya gidiyorduk. Babam, Selçuk yakınlarında arabayı sağa çekip bir zeytin ağacını sevmişti. Şaka değil. Sevmişti ağacı. "İçimden geldi" demişti. Biz de sevmiştik. Okşamıştık tırtık tırtık gövdesini. Küçük kız kardeşim doğmamıştı. Elif'le ikimizin havaya girip; "canım ağaç ne tatlısın sen bakiiim" falan dediğimizi, bir şey isteyip istemediğini sorduğumuzu hatırlıyorum. Babamın bizi buna teşvik edişini, "belki anlıyordur siz sorun" diyerek can'a dikkat çekişini hatırlıyorum. Bir de isim verişimizi ona; "Tombul"

Çocukken Tombul'a dokunmamış olsaydık, arabayla yanından geçerken babam bize "bakın şu karşıdaki bir zeytin ağacı" demiş olsaydı sadece; durup sevmemiş, bir ihtiyacın var mı dememiş olsaydık bugün ondan bir iz kalır mıydı sanıyorsunuz? Dokunmasaydık!

Ve o ağacın altındaki kısa konuşmamız hiç yapılmazdı. Yapılmayan konuşmalar bazen kayıptır.

"Kızlar neden sevmeliyiz bu ağacı sizce?"
"Bize zeytin veriyor diye mi?"
"Sence Elif?"
"Çocuklarımıza da zeytin versin diye mi?"

Babamın cevaplarımızı beğendiğini belli eden gülüşü. Saçlarımızı okşayışı. Vermek istediği "ana fikri" yumuşak sesiyle tane tane, bu da benden size hatıra olsun dercesine söyleyişi.

"Canı ve yaşama hakkı olduğu için! Yaşarsa zaten zeytin verir bize de sonradan gelecek olanlara da ama sadece onun için sevmek bencilliktir."

Çocukken hafızalara kazınan şeyler iyiden iyiye yer ediyor insanda. Yıllar sonra hiç ummadığın bir anda, bir zeytin ağacıdır tutturulup giderken aklına gelsin diye mi orasını bilmem.

İyi ki bakıp geçmemiş, durmuş dokunmuşuz Tombul'a. 

Ha bir de hasat zamanı, sopalarla dallara vura vura zeytin dökenleri gördüğümüzde bakamazdı babam. Asker adamdı. Yine de "sulu göz"dü.







18 Haziran 2017 Pazar

25. Gün



Evde televizyonsuz 25. günümüz




Kimseyle iddaya (iddiaya😨) falan girmedik. Televizyonumuz bozulmadı vesaire vesaire... Ha işin aslı zaten günde bir iki saatten fazla yayın yüzü göremezdi bizim ekran. Akşam haberlerinde bi açılır, evdekilerden birinin izlediği dizi, yarışma ya da neyse işte bir program varsa o seyredilmek istenir(se de) kanepede uyuya kalınmak suretiyle seyredilemez ve tarafımdan kapatılırdı. 

Kedilerimizden Işık, görmeyen gözlerine rağmen o incecik ekranın üzerine ustalıkla çıkıp uzanmaya başladığında bizim televizyonun suyu ısınmaya başlamıştı. Koskoca alet, üstelik çalışır vaziyetteyken kedi yatağı olmak için fazla pahalıydı. Eski televizyondan yaptığımız yatağı neyine yetmiyordu. Yarın bi gün lazım olurdu, tekrar seyredesimiz tutardı belli mi olurdu... Değişmeyentekşeydeğişiminkendisiydiilmiydiydi? (o neyyydi gızz) İş bu sebep d'sini sımart'ını vcd pileyırınımileyırını tek tek, yavaş yavaş, hiç birini incitmeden çıkarttım. Televizyoncuğumuz, sehpasıyla birlikte kurulduğu baş köşeden, salon kapısının arkasındaki gizli köşeye tayini çıktığını duyunca tek kelime etmedi. Nası etsin fişi bile takılı diildi. 

İşte o günden beri 25 kere sabah, 26 kere akşam oldu. Ne acı ki tv'ciğimizin yokluğunu bir kere bile hissetmedik. Cidden çok acı. Düşünsenize aynı çatı altında yaşadığımız birileri tarafından 25 gün boyunca yokluğumuzun hissedilmemesi. Ayyyyy. Bu, işin onun tarafından acı olan yönü. Bizim tarafımızdan nasıl daha acı olduğu (cümleyi toparlayamadım)

Yirmi beş akşamdır lap top'tan iki film, akıllı'dan Fi ve Görünen Adam'ın ikişer bölümünü izledik. 

Yani toplam beş buçuk saat izleyici,
çok çok çok fazlası müzik dinleyici,
çok az şarkı söyleyici,
önemli haberleri netten takip edici,
adam akıllı kitap, fena sayılmayacak kadar dergi okuyucu,
çok güzel sohbet edici,
baya güzel sohbet dinleyici,
gün batarken manzara seyredici,
oğluna "hadi gitarını kap gel" diyici,
kendi iftar vaktini kendi bilici,
albümlere bakıcı, 
pazıla (puzzle) bile niyet edici
"go mu oynasak" diyici, tavla atıcı,
radyo tiyatrosu bi de arkası yarın dinleyici,
milletin dizilerini telefonla sabote edici,
en çok da yazı yazıcı oldum.

Bi de "siz de denesenize" diyici 😍

Sevgiyle...























Run Lola Run



Hadi Lola koş kim tutar seni



Bana bakış açısı kazandıran her şeye değer veririm. İnsan, hayvan, bitki, kitap, film, şarkı, şiir, ... Bazısını aynı zamanda güzel de bulurum. Güzel neyse artık? Örneğin bu gerçekten felsefi derinliği olan bir film. Bakış açısı kazandırdığı da gerçek. Fakat konusu, hani nasıl desem, 50'lerde geçseydi, Lola incecik belli kloş etekli bir kız, film müzikleri rockn roll, arabalar chevrolet olsaydı ayrıca bayılırdım. Offff çok güzel film derdim ağız dolusu. O zaman belki de filmin zevkime şenlik görselliği, asıl önemli kısma 'filmin felsefesine' dikkat etmememe sebep olurdu. Bilemem. Öyle olsaydı şöyle, böyle olsaydı öyle mi? Yoksa şöyle olsaydı öyle, öyle olsaydı böyle mi? Hmmm tıpkı Run Lola Run'daki gibi. 

Film 1998 yapımı. Yine de belki hala izlememiş olan vardır diye ipucu vermemeye dikkat ediyorum. Tüh ya tam spolier deme fırsatı yakalamıştım yine ipucu dedim. Kim bilir bir daha ne zaman denk gelir. :(( 

Aslında Run Lola Run daha başlarken kendi spolier'ını veriyor. (oh rahatladım) 


Ünlü İngiliz şair ve yazarından bir alıntı okutuyor izleyicisine;

Arayışlardan asla vazgeçmeyiz ama 
tüm arayışlarımızın sonunda 
başladığımız yere geri dönmüş oluruz
ve orayı yeniden keşfetmeye başlarız. 
-T.S.Eliot-


Bir de zamanının ünlü futbol insanından  alıntı var;

Oyunun sonu oyundan öncedir 
-S.Herberger-

Derken bir ses 😎 şunları söylemeye başlıyor;

İnsan! 
Gezegenimizde yaşayan en gizemli tür. 
Yanıtlanmamış soruların gizemi onda yatar. 
Biz kimiz? 
Nereden geldik? 
Nereye gidiyoruz? 
Bildiğimizi sandığımız şeyleri nereden öğrendik? 
Neden inandığımız bir şeyler var? 
Bir yanıt arayışında sonsuz sorular... 
Her yanıt beraberinde yeni bir soru getirecek. 
Ve bir sonraki yanıt başka bir soru olacak. 
Ve bu böylece sürüp gidecek. 
Ama en sonunda hep aynı soru çıkmaz mı karşımıza, ve aynı yanıt! 

Bu düşündürücü (düşündürmüşolmasıgerektiğinidüşündüğüm) kısmın sonunda yine aynı Alman futbol insanının icat ettiği! o iki cümle ve ucunda kendi yorumu;

"Top yuvarlaktır, 
oyun doksan dakikadır 
bunlar bilinenler 
bunlardan başka her şey teoridir."
-S.Herberger-

Şimdi bu film izlenmez mi? Hatta bir kaç kez izlenmez mi? Lola'cık sevgilisini ölümden kurtarmak için gereken yüz bin markı yirmi dakikada koşa koşa bulmak zorunda olacak, canının burnunda olduğu yetmiyormuş gibi bi yandan da bissürü varoluşsal yaklaşımı izleyicilerin önüne serecek siz hala seyretmeyeceksiniz. Ayıp valla. 


Son bi kere daha spoiler diyim bitiriyorum :))) telaffuzu çok şeker napiiim 😊 












17 Haziran 2017 Cumartesi

şimdi bildim



sevgi yüzümde ıslaklıktı, mutluyduk
kuzen cherry /gümüşlük










Hani o kıpkırmızı şahane kirazları iştahla yerken kurtlu bunlar dediklerinde aceleyle tükürürüz ya... Neden? "Neden olacak, kurt mu yeseydim" mi? "Zavallı kurtları canlı canlı parçalamamak için" mi?

Gereksiz bir ışığın düğmesini kapatırken önceliğimiz hangisi? "Canıma okuyan elektrik faturasını daha fazla kabartmamak için" mi? "Yerin altında, madenlerde çalışan insanlar geliyor aklıma" mı?

Tanışmadığımız bir apartman komşumuzun kapısını çalıp, hiç iki dilim kek götürdük mü? "Geçti o günler artık, komşuluk öldü" mü? "Götürdüm. Bi şaşırdı ama iyi ki de götürmüşüm, o günden sonra ... :) " mı?

Yaz sıcakları bastırdığında dışarıdaki canlar için kapımızın önüne her gün taze su koyuyoruz değil mi? "Aaaaaaaa valla hiç aklıma gelmedi" mi? "Koymazsam kendi içtiğim su boğazımdan nasıl geçsin" mi?

Çocuklar evimizin önünde bağrışa çağrışa oynamaya başladıklarında ilk ne gelir aklımıza? "Neden kendi evlerinin önünde oynamaz bunlar, ne biçim ana babalar var" mı? "Çok şükür cansız bedenleri kıyıya vurmayan, üstlerine bombalar yağmayan çocuklar da var" mı?

Küçük esnafımızı, bakkalımızı, kasabımızı asıl gerçek hayatta destekliyoruz değil mi? "Ya aslında öyle tabi de her aradığımı bulamadığımdan ..." mı? "Tabii! Önce bakkalımıza gidiyorum, onda bulamadıklarım için markete" mi?

Hani dallarından mosmor sümbülleri sarkan o güzel ağaç çiçek çiçek açtı ya "Ev mis gibi kokuyor, bir vazo dolusu toplayıp salonun baş köşesine koydum" mu? "Onunki can değil mi nasıl kıyılır, gidip dalında kokluyorum" mu? 


falan filan işte
ıvır zıvır gibi sanki
ufak tefek yani
keyfe keder şeyler
amaaaan canım önemsiz meseleler

hiç de bile
onlar benim "minik mühimlerim"

büyük mühimler neydi?
siyaset, ekonomi

gülesim geldi.


insan insan derler idi
insan nedir şimdi bildim
can can deyu söylerlerdi
ben can nedir şimdi bildim

-muhyiddin abdal-
























8 Haziran 2017 Perşembe

İyi ki bu adamın kızı olarak gelmişim mavi gezegenizmize





Takvime bi baktım aaaaa ayın sekizi. 

İcat ettiğimiz zaman dilimlerini esas alınca otomatikman diyoruz ki "vay be 33 sene olmuş"

Olmuş mu acaba?

"Dün gibi" ne demek?

Bilmiyorum.

Üniversite ikinci sınıftaydım. Dördüncü yarı yılın son günleriydi. 
Her cuma ders çıkışı Ada'ya gelirdim. Eve. O hafta babam çarşamba akşamından yurdu arayıp cuma günü önemli bir dersim olup olmadığını sordu. Yoktu. Yok dedim. O da bana perşembe ders çıkışı gel dedi. Aslında alışılmadık bir istekti bu ama "neden" demedim. nedenini merak dahi etmedim. Fakat cuma sabahı babamın beni neden bir gün evvel çağırdığını anladım.

Perşembe akşamı balkonda ailece yemeğimizi yedik. Etli taze fasulye, pirinç pilavı, çoban salatası. Ramazandı. Annem ve Gülsen teyze oruçluydular. Babam ramazanda ara verdiği için sofrada rakı yoktu. Diğer zamanlarda da aşırı bir alkol kullanımı yoktu. Hiç sarhoş görmedik onu. 

Erken kalkardı babam. O sabah da erken kalktı. "İki lokma bi şey atıp hemen çıkıcam" diyerek duşunu almak üzere banyoya girdi.

Tık.

Bitti.

Bitmiş yani o kadarmış. 

Girdiği banyodan çıkamadı. Hepsi yarım saat sürdü sürmedi. Annem Ece'yi Elif'i ve beni babamı yatırdığı kendi yatak odalarına aldı. Kapıyı kapattı. 

"Babanız ...." dedi. 

Babamdan hırıltılar geliyordu. 

Hırıltılar kesildi. Annem bize sarıldı. Sessiz sessiz ağladığımızı hatırlıyorum.

Sonra koşturmacalar. Doktorlar. Gelenler. Gidenler. Ağlayanlar. Bağıranlar. Sadece annem ben ve kız kardeşlerim sessizdik. Anneme orucunu bozması için tavsiye bulunulduğunu hatırlıyorum. Onun "neden?" diye sorduğunu... Bozmadığını bir de.

&

Babam asabi bir insandı. Bir anda parlar. Bir anda sönerdi. tek bir tokadını yediğimi hatırlıyorum. Bir de Ece'nin tek tokadını. Elif yırtmış galiba. 

Babamın gözleri bize ait uzaktan kumanda gibiydi. Bakışlarıyla; yatma zamanımızı, odamıza geçmemiz gerektiğini, sesimizi alçaltmamızı ya da yükseltmemizi, çatalla bıçağı yanlış elimizde tuttuğumuzu çok net bir şekilde hatırlatırdı. Gerçekten! Bunları tek kelime söylemeden bakışlarıyla yaptırırdı bize.

Evde pijamayla dolaşmazdık. İstemezdi. Aslında evde abuk subuk kıyafetlerle dolaşmamızı istemezdi. "Avuçlarımda Hala Sıcaklığın Var İnan" annemle ikisinin şarkısıydı. Türk Sanat Müziği ve caz severdi. Bir de Engelbert Humperdinck.  

Beyni gençti babamın. Düşünceleri, hayalleri hep gençti. Babaannem izin vermediği için evden kaçarak Hava Harp Okuluna başlamıştı. Uçmak sevdasıydı. Gözü karaydı. Yapmak istediği bazı uçuş tekniklerine izin verilmeyince o hareketleri gizlice yapmış ve ikaz almıştı. Sonra izinsiz rota değiştirip nişanlısının evinin üzerinden uçmak gibi büyük bir disiplin suçu işlemişti. Böylece uçuş hayatı bitmiş, hava levazım subayı olarak ordudaki görevine devam etmişti. İyi bir aşıkmış. Annem anlatırdı. 

8.6.1984 
"Kendimi özgür hissettiğim tek yer masmavi göz yüzü" demişti.
💙



Siyaset ilgisini çekmezdi. 

Atatürk sevdasıydı. 

Bir de Kaf Kaf Kaf Sin Sin Sin Kaf Sin Kaf Sin Kaf

Her baba gibi o da bizleri çok severdi. Fakat arkadaşlarımızın babalarının yaptıklarından biraz daha farklılarını yapardı beni ve kardeşlerimi mutlu etmek için. Doğum günlerimizde sürpriz palyaço olmalar falan. Ayaklarımızı gıdıklaması. Yere sırt üstü yatıp ayaklarını karnımıza koyup bizi yükselterek uçak yapması ve ayak parmaklarıyla gıdıklayıp biz kıkırdayınca da "uçak düştüüüü" diyerek yere indirmesi. Oyunlarımızda bile uçak ve uçmak vardı. Yine de gece masalları en güzelleriydi bence. Ayaklarımızı bacaklarının arasında ısıtırdı.



Bugün 79 yaşında. Hayatlarımız nasıl olurdu acaba babamız yaşasaydı? Genç öldü. Ben artık babamdan büyüğüm. Elif de. 

Derdi ki; "Siz evlendiğiniz zaman habersiz gelip kapınızı çalıcam. Yüz ifadenizden anlarım ben sevinip sevinmediğinizi. Baktım sevindiniz girerim. Yok sevinmiş görünmeye çalışıyorsanız girmem."

Hiç birimizin evlendiğini göremedi. Ahmet, Bahadır, İbrahim ona baba diyemediler. Deniz, Hakan, Vural, Azra ve Ali dedelerini tanıyamadı. Ama Ali dedesinin şapkasıyla bir poz verdi. 😊 


Ruhu şad olsun.












7 Haziran 2017 Çarşamba

"Dinde zorlama yoktur" 'sektöründe' farzdır.



Dün akşam Semalar'da kaldım. Aydın'da. Neden gittiğimi başka bi yazıda yazıcam. ('yazacağım' yazmak istemiyor canım) 

İftarda çayı abarttık ya da her nedense işte uyku kaçtı gitti. 
OT okudum biraz. Sonra KAFA. Bi de HERKESE BİLİM TEKNOLOJİ'de böceklerle ilgili harika bir yazı.



Ben böcekleri okuyup hayretten hayrete düşerken davulcunun bize doğru yaklaşmakta olduğunu fark ettim. Biliyorsunuz davulcular davulculuk sektörünün gereklerine uygun olan saatte dolaşırlar. İmsakla ilgili herhangi bir kaygıları yoktur. 

Zaten senelerdir davulcuya bu sebepten kapıyı açmam, bahşiş vermem. Bu sektörü destekleyip devam etmesinde payım olsun istemem. Ama Aliş'e Azra'ya Eyüp'te Osmanlı macuncusundan macun alırım, şerbetçiden şerbet içiririm, niyetçiden niyet çektiririm o başka. Onlar geçmişimizin hoşluklarından. Davul işi başka. 

Davul işi dedim çünkü "din sektörünün" alt kollarından biri olan "davulculuk sektörü" ne kadar kötü niyetliyse davulcuların da bir o kadar masum olduklarına inanıyorum. Onlar, bu memlekette ne iş olursa yaparız diyen, uykusundan vazgeçip evine ekmek götürmeye çalışan milyonlarca yoksul insan arasından çıkıyorlar.



Gerekli mi davul?

Ramazanda davul çalmanın gerekli olduğu bir dönem yaşanmış olabilir. Çalar saatlerin, akıllı telefonların çok öncesinde mesela!


&

Bi de aklıma ne geldi;


"Dinde zorlama yoktur" ifadesini çoğumuz duymuşuzdur di mi? Kuranî bir ifadedir. Daha doğrusu Bakara Suresi'nin (makara değil) ilk cümlesidir. En azından bu şekilde "çevrilmiştir", 41 farklı çeviriye baktım anlam bu. Dinde zorlama yoktur!


Fakaaaaaat;
Din sektöründe zorlama farzdır. Bunu herkes bal gibi biliyor, görüyor, yaşıyor. En basit örneklerden sadece biri ramazan davulcusu.


Sema'nın evi Atatürk Devlet Hastanesinin dibinde. Hatta şu anda başımı klavyeden kaldırıyoruuuum, evet karşımda Radyasyon Onkolojisi Kliniği ve hemen yanında yatan hastalar. 

Ah o hastalık, ah o hastalar... Allah hepsine şifa versin.

Annemden biliyorum, beş dakika ağrısız uyuyabilsin diye neler yapardık. Maç kazananlar, evlenenler, asker uğurlayanlar kornalara basa basa evin önünden geçerlerken hemen uyanırdı annecim. Bütün çabalarımız bir anda boşa giderdi. İnlemeye acıyla kıvranmaya başlardı. Yaşayanlar bilir.

Dün gece yine gümbürtü başlayınca kalktım salona geldim. Davulcu, belki bir rock grubu kendisini keşfedebilir diye ümit ediyordu sanki. Ne tempolar ne vurmalar... Onkoloji servisinin önünden gümbür gümbür geçti. Öylece baktım arkasından. Sokak kapkaranlıktı. Kendisi görünmez olmuştu ama gümbürtüsü bir süre daha duyuldu. Onkoloji servisinde refakatçilerden biri sigara içmeye çıktı. Ateşini gördüm. Sigaranın. İçi gibi.

Anlayamadığım anlayamayacağım şeye gelince. Şu koca sokakta bir tane vicdan sahibi dindar vatandaş, vicdan sahibi imam/müezzin/vaiz/müftü/Kuran kursu hocası/ hastane güvenliği/nöbetçi personeli yok muydu? Kardeşim siz ne yapıyorsunuz diyecek? Bunun dinle alakası yok, milletin akıllı telefonu var, kurar kalkar diyecek.


Bir de ertesi sabah ameliyata girecek bir cerrahın uykusu var. Can taşıyacak şöförünki... Ya o mahallede oturan İsevî, Musevi vatandaşlar? Ya ateistler? Ya öğrenciler?

Hani dinde zorlama yoktu?

Hani?


💞


Oruç tutulabilen bir şey değildir bence. Yaşanır o. 
Güzeldir, çok güzel, çok özel.
Ne mutlu hakkıyla yaşayanlara!


İftara bir saat kala sevgiyle 💝