15 Ekim 2017 Pazar

ben hiç sigara içmedim





Nazillili oda arkadaşım Sibel'le yurdumuzun kantininde çaylarımızı yudumlarken neşeli bir sohbete dalmış gidiyorduk. Kim kiminle çıkmaya başladı, kimler ayrıldı... Böyle devam ederken Sibel çıkarttı bir sigara yaktı. İki üç nefes ya çekti ya çekmedi, bir hızla fırladı "eyvah annemler" dedi ve sigarasını elime tutuşturduğu gibi kapıya koştu. Sırtım dönük oturduğum için neler olup bittiğini anlayamadan afallayıp kaldım. Elimde yılların tiryakisi gibi tuttuğum sigarayla arkadaşımın annesiyle babasına hoş geldiniz dedim. O zamanlarda anne babalar sigara içen çocuklarına oldukça sert tepkiler gösterirlerdi. "Önlerinde içmek/önlerinde içmemek" gibi kavramlar vardı. Sigaranın zararları, bu önlerinde içmek/içmemek kadar önemli değildi. Büyüklerinin önünde sigara içmeyenler saygılı cici çocuklar, büyüklerinin önünde sigara içenler saygısız kötü çocuklardı. 

Sibeller, anne-baba-kız kucaklaşıp öpüşüp koklaşırken içimden, sayemde ucuz atlattı diye geçirdim. Onun adına sevinmiştim. Fakat üzerime dikilmiş, imalı bakan bir çift gözü fark etmem beni çabucak kendime getirdi. Sibel'in annesi bana, 'zavallı annen seni bu halde bir görse' der gibi bakıyordu. İnanılmaz ama sanki cidden sigara içiyormuşum gibi utandım. İyice havaya girmişim. 

"Hadi kızım bi odana çıkalım da etrafa bakalım" diyerek masadan kalktılar. Sibel'i kolundan tutup neredeyse sürüyerek benden uzaklaştırırlarken annesinin dişlerinin arasından "sigara içen kızlarla arkadaşlık etme demiyor muyuz biz sana" diye söylendiğini duydum. Kantinde elimde eğreti duran sigarayla kala kalmıştım. Oysa henüz çilem bitmemiş ne bileyim. Birinin "Zeynep" diye seslendiğini duydum. Arkamı döndüğümde amcam ve eniştem kantinin kapısındaydılar. Bakışlarında merhaba demelerine fırsat bırakmayan birer soru işareti vardı. "O elindeki ne?" Biz üniversitedeyken sigara, gençlerin elindeyse suç aleti, yetişkinlerin elindeyse antidepresan muamelesi görürdü. 

Ben amcam ve eniştemin karşısında oldukça rahattım. Hiç sigara içmemiştim ki. Eğer sigara içmiyorsanız, elinizde tutuyor olsanız bile korku duymazsınız. Ama kazın ayağı öyle değilmiş. Ben, babası yeni vefat etmiş, amcası ve eniştesi tarafından ziyarete gelinmiş bir kızdım. Gelip yanıma oturdular. Onlara sarılıp öpmek için kalktığımda elimdeki sigarayı ne yapacağımı bilemedim. Kül tablasına bırakmak istedim, beceremedim. Bir türlü sigarayı tablanın köşesindeki ince yuvaya yerleştiremiyordum. Amcamın ve eniştemin çıt çıkartmadan beni izliyor olmaları sessiz bir hesap sormadan başka bir şey değildi. İçine düştüğüm durum kafama tam manasıyla yeni yeni dank ediyordu. Gülümsedim ve dedim ki; "Amcacım arkadaşımla oturuyorduk, anneleri geldi, sigara içtiğini bilmiyorlar... anlattım... anlattım... işte o yüzden..." Amcamla eniştem ne dediler? "Taaabi taaabi"  

O gün bizimkiler "olayı" -olaydı çünkü- büyütmediler. Daha sonra ne zaman bir araya gelsek sigara içen kızların ne kadar kötü koktuğunu, ellerinin sarardığını anlattılar. Üstü kapalı. Dolaylı. Yüz göz olmadan! Oysa BEN  HİÇ SİGARA İÇMEDİM. 

Okul bitti. Zaman geçti. Evlendim. Yakın arkadaşım Gür'le birlikte bir butik açtık. Anlattığım günün üzerinden on sene geçmişti. 

Bir gün dükkanımızın önünde oturmuş sohbet ediyorduk. Gür birden bire "tut şunu babam geliyor" dedi. On sene sonra yine elimde yarısına kadar içilmiş sigarayla orta yerde kala kalmıştım. Rahmetli Selahattin amca yanımıza geldi. Her zamanki babacan ses tonuyla "İçme be kızım şu mereti" dedi. Gür'ün yanağına bir öpücük kondurdu. Baba kız birlikte dükkanın içine girdiler. Gülesim gelmişti. Onlar önümden çekildikleri anda arkalarında beliriveren eniştemle göz göze gelince 'yok artık' dedim. İçimden sigarayı Gür'ün saçlarında söndürmek gelse de renk vermeden kül tablasına bırakmak için eğildim. Daha bırakmamıştım, omzuma bir el dokundu. Başımı çevirip baktığımda ne göreyim, öbür tarafımda amcam dişlerini göstere göstere gülmüyor mu? Biri sokağın bir tarafından, diğeri öbür tarafından, on sene sonra, elimde "elime tutuşturulmuş" bir başka sigara varken, üstelik aynı anda gelmeyi başarmışlardı. 

Eniştem hem gülüyordu; "Arkadaşın sigara içerken anneleri geldi o da sana tut mu dedi?" Salaklaşmıştım. "Yok, annesi değil babası" dedim. Sinirden ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Gür babasıyla içeride olduğundan konuştuklarımızı duymadı. Eniştem yanıma oturdu. Dostça bir tavırla, bir de sanırım büyüklük onda kalsın diye, bana kendi sigara paketini uzattı. "Hadi hadi kocaman insan oldun, gizli saklı nereye kadar yak bi tane" dedi. :))))

Hani kendim yaşamış olmasam bu kadarına inanmam. Ama hepsi gerçek. 

Zaman zaman çoğumuzun kullandığı bir söz vardır; "Senin lafına mı inanayım, kendi gözlerime mi?" Belki bu sözün üzerinde biraz düşünmemiz gerekiyordur. :)))

Sevgiyle...

Unutmadan, ben hiç sigara içmedim. 😊








bana akıl verme huzur ver




Bugün bir imza günündeydim. Dilek Qudey. Çerkesmiş yeni öğrendim. Kitabının ismi BANA AKIL VERME HUZUR VER. Dilek hanım etkinlik başladığında bize ilk önce kitabından bazı bölümler okudu. "Kelimelere takla attırmayı severim" dediği kadar varmış. Anlatımına bayıldım. Ses tonu çok hoş. Hem yumuşak hem güçlü. Kendisine akordeon eşlik ediyordu. İyi düşünülmüş. Atmosfer önemli. Fonda müzik, önde okuma. 

"Bir ağacın öz suyu gibi..." 

Yanımda oturan katılımcı kulağıma eğilip "Böyle benzetmeleri nereden buluyor bu yazarlar? Öz suyu falan..." dedi. Fısıltıyla konuşuyordu. Yüzünde hayranlık ve hayret karışımı bir ifade vardı. "Bilmem" dedim. Gülüştük.

Birisi söz alıp, kitaba ismini vermiş olan bölümü okumasını istedi. 

BANA AKIL VERME HUZUR VER
Başkaları üzerine "kurgu yapmanın" dayanılmaz bağımlılığı!
Bence bu evrensel bir insan hastalığıdır. Küresel bir sorun yani bahsettiğim.
Herkes kendi deneyimleri ile yaşıyor hayatı. Her birimizin beden ve ruh ölçüleri farklı. Senin deneyimlerinden elde ettiğin ve "sonuca bağladığını" sandığın ürünler, başkasının bünyesinde gaz yapabilir. "Sonuç" diye bir şeyin varlığından bile şüpheliyim. İnsan beyni bu kadar karmaşıkken nasıl bir sonuç elde edilebilir ki?
Paradoks bu olsa gerek...
"Ben bir sonuca vardım, bütün bu şeylerin tanımını ve yorumunu yaptım, tamamdır ben oldum. Sen de benim deneyimlerimden faydalan" diyen bir zihin olabilir mi?
Böyle bir insan profili kendini, hayatın merkezinde konumlandırır da biz onu hayatın neresinde konumlandırabiliriz bilemiyorum!

Öylece dinledim. Sus pus olmuştum. Eve döndüğümde aceleyle seneler evvel devam ettiğim manevi grubun toplantılarında aldığım notları arayıp buldum. Rutubet kokuyordu eski defter. Sinirlerimin dayanmadığı süreçler geride kaldığından sakin sakin çevirdim yapraklarını. Ağızdan çıktığı gibi bire bir yazmıştım...

Varis-i resul olan kâmillerimiz bize neyi emrettiler? Allah’ın ve resulünün emirlerini. Dolayısıyla Allah ve resulünün istekleri aynen onların istekleri olmuş oluyor. Onların istekleri de Allah ve resulünün istekleri olmuş oluyor. Çünkü onlar kendilerini Allah ve resulünde ifna etmişler ya da Allah ve resulünü kendilerinde söz sahibi yapmışlardır. Dolayısıyla onlara ihtiyacımız var ve onların bize ne emirleri ne tavsiyeleri varsa alıp başım gözüm üstüne demeli ve aynen yerine getirmeliyiz. Bu boynumuzun borcudur.”

Bilmeyenler olabilir diye:

"Varis-i resul": Peygamber varisi, aslı gibi.

"Kâmiller": Onlara şeyhim, hocam, efendim, üstadım, vs diye hitap edilir.

"Emretmek": Evet bildiğimiz Türkçedeki emretmek!

"Onlar": Püf nokta bu sözcükte! Söz sanatı. İma. İşaret.  Onlar yani "ben"

"Boynumuzun borcu": ??? Yorum yok.

Defteri masamın üzerine bıraktım. İyi ki atmamışım dedim. İyi ki. 

"Varis-i resul olan kâmillerimiz bize neyi emrettiler? Diyerek söze başlayan kişi kendisi de bir kâmilse, her ne kadar konuşmasında üçüncü tekil şahısla işaret ettiği isimsiz sembolik bir kâmilden bahsediyor gibi görünse de ne demek istediği ortadadır. Tıpkı annelerin çocuklarına "anneler üzülmez" demesinin "beni üzme" anlamını taşıması gibi. “Ben size neyi emrettim? Allah’ın ve resulünün emirlerini. Dolayısıyla Allah ve resulünün istekleri aynen benim isteklerim olmuş oluyor. Benim ve benim gibi diğer kâmillerin istekleri de Allah ve resulünün istekleri olmuş oluyor. Çünkü bizler kendimizi Allah ve resulünde ifna ettik ya da Allah ve resulünü bizlerde söz sahibi. Dolayısıyla bize ihtiyacınız var ve bizim size ne emir ne tavsiyemiz varsa alıp başım gözüm üstüne demeli ve aynen yerine getirmelisiniz. Bu boynunuzun borcudur.”





Dilek Qudey anlatısının sonunda şöyle diyordu;

"...Böyle bir insan profili kendini, hayatın merkezinde konumlandırır da biz onu hayatın neresinde konumlandırabiliriz bilemiyorum!"

Özgür düşünme hakkından gönüllü vazgeçmiş, kula kulluğu din iman zannetmiş bireyler, bu tip insanları Dilek Qudey'in koymadığı yere, hayatlarının merkezine koyarlar. Koydum oradan biliyorum. "Bu tip insanlar" dediklerim de vaktiyle, kendileri "kâmil" olmadan evvel, kendi kamillerinin emirlerini yerine getirmeyi boyun borcu zanneden emir kullarıdır. Sistem zincirinin halkaları. Objektif bakış ve empati suçlu aramak yerine döngüyü fark etmenizi sağlar. 

Aldığınız tüm telkinlere, tüm teslim olma gayretlerinize rağmen bir şeylerin ters gittiğini hissedip, hatta hissetmenin ötesinde bizzat görüp, kendinizde yeniden ailenizin size verdiği tertemiz evrensel değerlere sarılacak gücü bulursanız döngüden kurtuluş vakti gelmiş demektir. Tam o anda samimiyetten başka hiç bir koruyucunuz olmaz. İnancınız sizi hangi isimle kime yalvarmaya yönlendirirse gece gündüz ondan yardım istersiniz. Bittim, buradan çıkamam dediğiniz karanlık kör bir kuyudan tekrar aydınlığa kavuşursunuz. Aslınıza, en orijinal halinize dönersiniz. Dostlarınız "gerçek olanlar" sizin onları ihmal ettiğiniz senelerin hesabını sormadan açarlar kollarını. Aileniz. Çocuklarınız. Sevdikleriniz. Hep birlikte eski güzel günlere kavuşmanın sevincini yaşarsınız. Geride bıraktıklarınız sizi işaret ederek "düştü" derler. Ne mutlu bu düşüşü yaşayanlara. 

Hesaplaşmalar başlar. Yüzleşmeler. Kabuller. Huzur. Süreç tıkır tıkır işlerken sıra yazmaya gelir. Akıl nimetine ihanetin bedeli, "boynumuzun borcu" zannettiğimiz hastalık, ucuz atlatılmış bir "felaket eşiğinden dönüş hikayesi" olarak yazılmaya başlanır. Sonra bir imza gününde okunan üç beş satır işte böyle bam teline dokunur insanın. Teşekkürler Dilek Qudey. 

Aklınıza, vicdanınıza, mutlak evrensel değerlere sıkı sıkı bağlı, özgür düşünceyle hareket ettiğiniz sağlıklı mutlu günleriniz olsun. 

Sevgiyle...