14 Şubat 2017 Salı

Bu Mutlu Bir Yazıdır






Mehmet amca için 💜




Evet, bu göreceli de olsa mutlu bir yazı. 

Doğrudan bugün yaşadığımız o küçücük, minicik, mini minnacık güzellikle mi başlasam acaba? Evet evet! :)

Sabah rehabilitasyon merkezinin -darülacezenin kendi bünyesindeki merkezdir- el işi atölyesindeydik. Burada kimi kurum sakinleri örgü örer, kimileri resim yapar, çamur yoğurup seramik, ahşap yakıp duvar süsü yapanlar bile var. Bir de eski gazetelerin yuvarlanmasıyla elde edilen şeritlerle sepet vs eşyalar örenler var. Ve elbette bendeniz şeritçi başı 😊 Önemli not: İlk zamanlar günde on şerit anca çıkarırken ayıptır söylemesi yüz elliyi geçiyorum artık. 

Tüm bu çalışmalar, karşılıklı laf atışmaları eşliğinde, her fırsatta gülerek, neşe içinde yapılıyor. Beş duyunun beşine birden sahip olan yok denecek kadar az ama burada kader gibi, hayat gibi, günler ve geceler gibi duyular da ortaklaşa kullanılıyor. Gören görmeyene göz, duyan duymayana kulak, düşünebilen düşünemeyene kol kanat oluyor. 

Çalışanların kurum sakinlerine sevgi dolu ve sabırlı yaklaşımları bu güzel ortamın oluşmasındaki en büyük etken bence. Gülcan hemşiremiz var, merkezden sorumlu.💚 El işi atölyesinin vazgeçilmezi, ismi Turgay'ın yanına isteyenin abi/hocam/bey takarak seslendiği özveriyle çalışan Turgay bey var.👍 Rabia var.💙 Feride var.💗 Elif hemşire var.💛 Hepsi işlerini o kadar severek, o kadar ciddiye alarak yapıyorlar ki... Aslında olması gereken bu da, işte alışmışız kötü örneklere... Daha pek çok çalışan ve pek çok gönüllü var. Gönüllüler her işin ucundan tutma yeteneğine sahip, güler yüzlü, güler kalpli insanlar.💖 

Aaaaaa sabah olan güzellik dedim nerelere geldim. :))

Bu sabah Mehmet amcayla yan yana oturuyorduk. Ben şerit yapıyordum o da şeritlerle sepet örüyordu. Mehmet amcanın gözlerinin görevini elleri yapıyor. Diğer pek çok görme engelli gibi ama ördüğü sepetlerin muntazamlığını görseniz inanamazsınız. 

Televizyonda bir müzik kanalı açıktı. Sanat müziği çalıyordu. 

"Biliyor musun ben sanat müziğini çok severim" dedi. 

Sonra anlattı; kuruma ilk geldiği senelerde koroları varmış. Cümbüş ve tambur çalarmış. İstanbul'da çok yerde konserler vermişler... Zeki Müren'in "rüzgar kırdı dalımı" şarkısını çok severmiş. O vakitler söylerlermiş. Dinlemeyeli ne çok olmuş... 

Artık çok yaşlı, haliyle teknoloji ile tanışıklığı oldukça sınırlı. O bana bunları anlatırken bir yandan da sepetini örmeye devam etmeye başladı. 

Ben şeritleri şööööyle bir ittim kenara... Aldım telefonumu, tıkladım youtube'a, yazdım Zeki Müren / Rüzgar Kırdı Dalımı, açtım sesini. 

"Tut Mehmet amca şunu, koy kulağına" dedim.

...

Yaslandım arkama. Yüzünü seyrettim. Atölyenin gürültüsü arasında şarkıyı ilk fark ettiği, şaşırıp kaldığı o anda yanağında hangi çizgilerin kımıldadığını, gülerken kaç dişinin göründüğünü, görmeyen gözlerini -onlara özgü bir iç güdüyle- tavana kaldırışını, telefonu tutuşunu, mutlu mutlu gülüşünü, şarkıya eşlik etmeye başlarkenki çekingenliğini, saniye saniye havaya girişini iyice aklıma kazıdım. Sanırım bazen en güzel fotoğraflar böyle çekiliyor. Ve sanırım bu gibi yoğun anlarda bir makineyle fotoğraf çekmek, filmin en güzel yerinde elektriklerin kesilmesi gibi bir şey. 

Bu mutluluk nasıl anlatılır bilemiyorum. En son bu kadar mutlu olduğum günü ve sebebini düşündüm? Bilmedim. 

Bıraktım düşünmeyi sonra. Birlikte söyledik... Rüzgar kırdı dalımı ellerin günahı ne ♩♫♪♬ Ben yitirdim yolumu yolların günahı ne ♫♬♪♩... Bize katılanlar oldu. Gülerek söyledik. Dedim ya bu mutlu bir ânı anlatan mutlu bir yazı.

Sevgiyle... 






3 Şubat 2017 Cuma

Masumiyet Müzesi



Füsun - Kemal



Vallahi nasıl başlasam bilmiyorum ama 
galiba Füsun'un elbisesiyle başlamalıyım


💗








Dün akşam kızlarla Masumiyet Müzesine gittik böyle şaşkın olduk işte :) 
Kızlar Naz ve Deniz oluyor. Bizim masumlar. 

İkisi de işlerinden çıkıp; 
Deniz Gaziosmanpaşa'dan otobüsle, 
Naz Mecidiyeköy'den metroyla geldiler. 
Galatasaray Lisesi'nin önünde buluştuk. 
Öpüş kokuş derken Çukurcuma'ya doğru yokuş aşağı saldık kendimizi. 

İstiklal'in arkamızda kalan müzikli uğultusu, 
yerini yavaş yavaş Çukurcuma'nın sessizliğine bıraktı. 
Sapsarı sokak lambalarının loş ışıkları eski taş binaları gecenin karanlığında 
öyle esrarengiz bir hale bürüyor ki...
Hava da iyi soğuktu hani. 

Neyse konuşa konuşa ve heyecanla geldik müzenin kapısına. 
Kitap yeni bitmiş, kokusu üzerimizde. :)


Naz ve Deniz kapıda,
heyecan dorukta :)



Orhan Pamuk, 
Kemal'in  isteği üzerine(!) kitabın 537. sayfasına bir bilet koymuş. 
Müzeye kitabıyla gelenler, 
bu bileti kapıda mühürletip bir kerelik ücretsiz ziyaret yapabilsinler diye. 
Mühür ne biliyor musunuz? Füsun'un küpesi 💗

Kitap zarif, müze zarif... 

Bu arada; müze görevlisi "eskiden izin verilmiyordu ama artık flaş kullanmadan fotoğraf çekebilirsiniz." dedi.
Sevindik. :)


:)


Yanımızda iki adet Masumiyet Müzesi romanı vardı. 
İkisini de mühürlettik. 
Füsun'un o meşhur küpelerinin şeklinde kişiye özel hatıralarımız oldu.

Yoksa müze girişi gerçekten ucuz. 
Tam:15 talebe:10 lira. Ayrıca sesli rehber var. 
Ek olarak 5 lira ödeyerek kulaklıklarınızı takıyor ve Orhan Pamuğun sesi eşliğinde kâh kitaptan satırlar, kâh özgün anlatımlar eşliğinde müzeyi geziyorsunuz.



Giriş
Füsun'un içtiği 4213 sigara izmariti


Kemal aşkına dair ne varsa topluyor, topluyor, topluyor
Aslında Füsun'un içtiği sigaraların izmaritlerini toplamakla başlıyor bu hastalık/merak/alışkanlık/sevda ya da tutku 
hangi kelime ile tanımlamak istersek artık... 

Müze girişinde, 
üzerinde Füsun'un hepsini hangi tarihte, hangi ruh haliyle içtiği yazan 
4213 izmarit karşılıyor bizi. 
Sonra cihazımızın düğmelerine basıyor, 
Orhan Pamuğu dinleyerek diğer katlara çıkıyoruz... 


"Nereden sevdim o zalim kadını" çalıyor derinden, hafif hafif









Bu bir aşk romanı gibi görünse de... 
Evet. Görünse de. 
De'si var işte. 
Onu ancak okuyan anlar. 


Masumiyet Müzesi'nin kaç dile çevrildiğini hatırlamıyorum ama 
Hintçe, Çince, Arapça, İtalyanca, İspanyolca, Rusça, İngilizce, Almanca olanlarını 
ve çok daha fazlasını gördüm.



Romanda Füsun var; güzeller güzeli akıllı Füsun. 



Füsun'un içtiği kahvenin fincanı, 
O'nun yaktığı kibritlerin çöpleri




Füsun'un ikram ettiği kolonyaların şişeleri




Füsunların Çukurcuma'daki evlerinin banyo lavabosu.
Bu aynanın önünde de bir hatıra var.




Füsun Şanzelize Butik'te çalışırken tanışmışlardı, Kemal'le.
Ve bu sarı ayakkabıları giyiyordu o gün Füsun.
Oysa Kemal, alttaki çantayı nişanlısı Sibel'e almak için girmişti butiğe!!??




Füsunların radyosunun üzerinde oturan bu köpeği 
kimseye belli etmeden ceketinin cebine atmıştı Kemal. 
Sonra yerine başka bir köpecik getirmişti 
ama bir süre sonra onu da gizlice almıştı. 
Füsun'un dokunduğu her şeyi topluyordu artık.



Kemal çok zengin, 
Füsun'a delicesine aşık; uzaktan da akrabası aslında. 

Nişantaşı var bol bol; 
okurken sokaklarında geziyoruz. 

Sibel var, 
Kemal'in nişanlısı(?!); seviyoruz onu da, zarif kız. 
Fransa'da okumuş.




Sibel'le Kemal de güzel Fuaye geceleri yaşamışlardı.



Sibeller'in yalısında geçen zamanlar var.



Fuaye'ye  bizi de sık sık akşam yemeklerine götürüyorlar 
(kitabı okuyoruz diye) :))) 


56 Chevrolet var; (Kemal'in babasının)
ah dili olsa da anlatsa demiyoruz. Orhan Pamuk ona da dil oluyor. 
O da baş rollerde!


Limon var; 
kafesinde cik cik.
En kritik anlara şahit.



İkinci biblo köpek. Sonra o da cep :)) 
Çukurcuma'daki evde radyonun üzerinde otururken. 




Hep rakı var; 





bazen Kemal'in, bazen Füsun'un, bazen Sibel'in, 
bazen Zaim ya da Nesibe halanın elinde... 


Elbette Merhamet apartmanı var.



Kemal, seneler sonra Orhan Pamuk'tan, 
1974'de Füsun'a aşık olduğundan beri topladığı bu eşyalarla 
("şeyler" diyor onlara) 
bir müze kurmasını ve hikayesini yazmasını istiyor. (??!!) 


Kemal'in istekleri yerine geliyor ve Masumiyet Müzesi açılıyor.

İşte biz bile geldik geziyoruz.

Loş.

Serin.

Dalga sesleri var bazı kutuların olduğu yerde.


Buradalar sanki;

Füsun

Kemal

Döşeme tahtaları gıcırdıyor.  

Koku var. Aynı çocukluğum...



Okuyun lütfen.

Bu sadece bir aşk hikayesi değil.


Başka bir şey.





Bu kare hakkında bir şey yazamam.
Romanı okumamış olanlara saygısızlık olur.
??!!





Unutmadan,

Kemal, Orhan Pamuk'la yaptığı son görüşmede diyor ki;

"Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım."


💗




Çıkışta kızlarla ortak kararımız;
en kısa zamanda tekrar geliyoruz! :)


Sevgiyle...





















1 Şubat 2017 Çarşamba





Bir Elif hemşiremiz var, o anlattı.

Üsküdar'da evlerinin çatısından miyavlama sesi duyuyorlar.

Çıkıp bakıyorlar ama kediciği bulamıyorlar.

Ve elbette ilk miyavlama, giderek daha yüksek, daha çaresiz, daha "imdat" dolu bir miyavlamaya dönüyor.

Elif hemşirenin aklına Beyaz Masa geliyor.

Arıyorlar.



Kısa bir süre sonra Üsküdar İfaiyesi kapılarına gelmiyor mu? 

Bizimkilerin yüzlerinde -tamam yardım istemiştik ama bu kadarını da beklemiyorduk şeklinde- bir mutluluk ifadesi beliriyor.

Hep birlikte çatıya yöneliyor; operasyonu görevlilere bırakıyorlar.

Bir kaç dakika sonra da meraklı minnoş kurtarılıyor. :)

💚

Bu benim İstanbul'daki ikinci Beyaz Masa tecrübem.

İki'de iki.

Ne yapalım şimdi? Genel politikalarına katılmıyoruz diye yaptıkları güzel işleri yok mu sayalım?

Yakıştırmam bunu kendime.

Sezar'a gelince hakkını ver; Beyaz Masa'ya verme olur mu?

Teşekkürler tüm emeği geçenler, teşekkürler Beyaz Masa.


Sevgiyle...