22 Ağustos 2017 Salı

Kurtarıcılar :)





Bu yaz bir gün sabahın dokuzunda, omzumda havlum denize inerken iki kadınla karşılaşmıştım... Bizim siteden olmadıkları belliydi. Nasıl anlatsam, ellili altmışlı yılların filmlerinde beş çayına giderken, puantiyeli kloş elbiseler giyip, boyunlarına tek sıra inci takan, saçları tepe topuzu, dokuz pont stilettolu zarif kadınlar vardır ya hani eldivenli falan... Yüzlerinde tek tip bir gülümseme olur. İşte aynı onlar gibiydiler. 

Ben belli etmeden kadınları süzüp sabah sabah bu ne şıklık diye düşünürken, parmak arası terliğimin teki ayağımdan fırladı. Bir ayağım çıplak, bir elimde yarısını yediğim salatalık, ipini serçe parmağıma doladığım kulak tıkacımla komik ve darmadağın bir görüntüm olduğuna emindim. İki şık kadınla karşı karşıya durduk. "Günaydın" dedim. Onlar da birbirinin aynı ses tonuyla, aynı gülümsemeyle ve aynı tarafa eğilerek "günaydın" dediler. Kurmalı oyuncak bebeğimi hatırladım. Pleasantville filmini izleyenler sahneyi gözlerinde daha kolay canlandırırlar. 

Peki bu iki kadın sabahın dokuzunda günaydın der demez, evet hemen günaydının ardından bana ne sormuş olabilirler? Adres? Saat? Bilin bakalım afyonumu patlatan soru ne olabilir? Uzatmıyor yazıyorum.

"Yaratıcınızın ismini biliyor musunuz?"

"Hı?" 


İçimden "yuh artık" dışımdan "biliyorum" dedim. Sesim şaşkınlıktan kedi miyavlaması gibi çıkmıştı. Arkamızdaki evin bahçesinde çiçekleri sulayan komşu, ilgilenmiyormuş gibi yapıyor, belli etmemeye çalışsa da merakla bizi dinliyordu. 

Kumral olan kadın sarışına göre daha etkili, yetkili ne bileyim belki daha üst pozisyondaydı!!?? Çünkü o daha çok konuşuyor, nefes almadan anlatıyordu. Cennet, kurtuluş, cehennem, sonsuz azap, sonsuz mutluluk... Aptallaşmıştım. Patikadaki evlerden birini ziyaret edeceklerini anladım. Pek konuşma fırsatı yakalayamasam da şu kadarını söyleyebildim. "İsteyen istediğine inanır, başkasına dayatmadığı sürece..." Bunları söylerken kendi sesim bana tuhaf geldi. Bu ne yani bu saatte, tanımadığım insanlarla neler konuşuyordum ben? Terliğimi bir kaç hamlede tekrar ayağıma geçirdim. Onlar bana din tarihi bilgileri satmaya kalkınca ben de öyle olmaz böyle olur diyerek Kutsal Kitap'larını, Eski Ahit'i, Yeni Ahit'i okuduğumu belli eden havalı bir kaç cümle kurdum. Önce bir sustular. Şaşırmışlardı. Hoşlarına gitti ama yeterli bulmadılar. İlla beni kurtarmak istiyorlardı. Bu sefer "Siz her şeyi yaratana Yehova der, İsa Peygamberi pardon sizin gibi söyleyeyim İsa Mesih'i örnek alırsınız di mi?" dedim. İkisinin de gözlerinde seviçten minik kalpçikler uçuşmaya başladı. Bir heyecan bir heyecan... Tam aradıkları kıvamda biriydim.

Misyoner oldukları belliydi. Bana benim iyiliğim için yardım etmeye çalıştıklarını hissettirdiler de, de'si var işte.  

Şimdi ben bunları niye yazıyorum? 

Yehova Şahitlerini övmek için mi? Hayır. Yermek için mi? Hayır. 

Bu iki kadın beni "doğruluğuna inandıkları" yola davet ederken bazı cümleler kurdular. Ve ben bu cümleleri 15 sene evvel başka(?) bir dinin, başka bir mezhebin, başka bir ekolün davetçilerinden aynen duymuştum.

İşte bazıları;

"O'na gidilmez O bizdedir.... Bütün insanlar eşittir, kardeştir, birdir... Baskı yok... İnceleyin kendiniz karar verin... Kim bilir kime ne iyilik yaptınız da Allah sizi bu yola aldı?.. Karşılaşmamız tesadüf mü? "

Kadınlara "siz fena yere tosladınız, haberiniz yok" mu desem "hayvan terli yemez" mi desem bilemedim. İkisinden de vazgeçtim ve dedim ki "Ben sizin yaratıcınıza hangi isimle seslendiğinizi merak etmiyorum. Merak etmek bir yana bunu sormaya hakkım olduğuna inanmıyorum. İnanç özeldir. Özelinize saygım var. Yine de beni önemseyip kurtarmak istediğiniz için çok teşekkür ederim. Hoşça kalın." Çok tatlıymışım. Biraz dinleseymişim. Düşünmeli, kestirip atmamalıymışım. 

Onları başımla selamladım. Gülümsedim ve yanlarından ayrıldım. İki kadını arkamda bırakıp denize doğru yavaş yavaş huzur içinde yürürken bir kez daha şükrettim. Konuştum O'nunla... Allah'ım beni sana getireceklerdi, kabul etmedim :)) Çünkü seni seviyorum. 💖