25 Mayıs 2016 Çarşamba

Ramazan: "Hoş bulduk zeynep" :)))

 
Sağlıkla ramazana ulaşırsam;
 
5 Haziran Pazar gecesi bitip, henüz gün ağarmadan evvel "bence" şafağın aydınlığı ile karanlığı birbirinden ayrıldığı vakitte bitireceğim bir yemek yiyeceğim. Abartmam sanırım. Soğuk sütle kuru incir ya da kayısı iyi gidiyor. Bazen iftardan kalan pidenin içine domates peynir falan koyuyorum. Sıcak çoksa karpuz peynir...

Bu arada ben sahura kalktığımda oruç tutanların büyük kısmı yemiş bitirmiş olacaklar. Uzaktan beni gören komşum yine şaşıracak, imsak oldu bu neden yiyor diye... Ben de gülücem tabii :)))) O diyanetin ramazanını ben kendi ramazanımı yaşayacağım yine...



Değişik bir şeyler yapar mıyım bilmiyorum.
 
Gece yemeğinden sonra uykum gelirse yatarım. Gelmezse yürüyüş yapar, belki biraz yüzerim. Ağzıma tuzlu su kaçarsa orucum bozulmuyor. Sadece tuz susattığı için rahatsız olabiliyorum onun için dikkat ediyorum.

İlk sabahlar en sevdiğim öğün olan kahvaltıdan ayrılmanın mahzunluğunu yaşarım yine... Birinci gün başım ağrır. Çok severim o ilk günkü baş ağrısını... Devamında da günün doğal seyri neleri gerektiriyorsa onları yaparım.

 
 
Aile ve arkadaşlarımla kalabalıklaşmış iftar sofralarını severim. İftara bir saat kala çay, çaydanlık, çay bardağı gibi en hayati malzemeleri defalarca gözden geçiririm. :)))

 
 
İftar ve sahur programı denen programlardan uzak dururum. Kafama uyanları da dahil!..

Allah ile baş başa olmak en güzeli... Biraz İbrahim peygamberimiz gibi olmak... Sorgulamak... Düşünmek... Boşa koyup dolduramamak... Doluya koyup aldıramamak isterim.

Zart zart konuşarak "inanıyorum" dediğimin ne olduğunu, neye inandığımı, inanmanın ne demek olduğunu düşünürüm... Basit iş değil bunlar.

 
 
Din kardeşi değil ahlak kardeşi edinmeye bakarım. Gözümün gördüğü elimin erdiği dertlere kulak tıkamamaya çalışırım. Birine yardım edeceksem, dinine değil ihtiyaç durumuna bakarım. İnandığımı iddia ettiğim Kitap'tan her gün hiç değilse bir ayeti hayatıma geçirmeyi hedeflerim.
 
Ramazan günlerinde de kedi köpekle oynarım, kitap okurum, müzik dinlerim, face'e bakarım, cıvıklıklar yaparım, fotoğraf çekerim... Bazılarını instagram'a koyarım. :)))


yapmadan duramam
 
 
En çok da Kadr'e erip aydınlanmayı hedeflerim. Diyanetin ilan ettiği kadir gecesi ile alakam olmaz. Herkesin kendi Kadr'anı olduğuna inanırım. O yüzden her an'a kıymet veririm.

Sonra ramazan biter. Biten sadece "gündüz yemek yememek" olsun isterim. Güzellikler kalıcı olsun yani...



10-15 sene kafayı gözü yara yara mezhep, tarikat, ekol, neşve, şeyh, şıh, efendi, hoca vs. peşinde şuursuzca koştum. Kafama silah dayayan olmadı. Ben aklımı kullanmadım. Üzerime pislik yağdı.

"...Allah pisliği aklını kullanmayanların üzerine bırakır." (Yunus/100)

Anne baba öğretileri ve vicdan işbirliği ağır bastı. Aklı kullanmadan olmayacağını anladım. Pişman oldum. Buna dini literatüründe tövbe ettim derler. İşte ondan yaptım. :)) Uçurumun kenarından insanlığa geri döndüm.

Anaaaa bi baktım meğerse Allah bana hayatımın taaa en başından beri (ve her safhasında) tertemiz ahlaklı bir aile ve arkadaşlar vermemiş mi? Üsküdar'da sabah olduktan sonra olsa da bunu fark ettim. Onların yardımıyla hayata tutundum.

İşte o andan itibaren her an bayram ediyorum ben. 

 
Neymiş?
 
Allah kuluna kafi imiş. :)


 
 
 
 
 

15 Mayıs 2016 Pazar

Bir gün gelip ayrılsak bile seninleeeeee arkadaaaaaşşş

 
 
Ortak olmak her derde sevince.... Böyle başlar ya şarkı... Ve yürümek ömür boyu beraberce el ele... Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş... Bir gün gelip ayrılsak bile seninle arkadaş...
 
 
 
Aleeeeevvv bir şöyle çekmeyi beceremedik :)))))
 
 
 
 
Ne güzel...
 
Kim bilir hangimiz çekti, makinalar ve tonlamalar farklı farklı :)
 
 
 
Nasıl başlasam bilemiyorum. Ağlamaklı olunca hatta ağlamaya başlayınca meşgul olduğum işi yapabilmek için elma yerim ben. Yani katır kutur elma ısırmak insanı duygusallıktan biraz uzaklaştırıyor :)))  Hiç romantik bir eylem değil sonuçta.
 
Ya da belki de aklıma dünün komikliklerini getirmek en iyisi... Alev'le birlikte Ayşenur'un selfie tarzını kapmaya çalışmamız mesela... Ve bir türlü iki kafayı bir kareye sığdıramayışımız... Altımıza yapmamak için kıvranmamız...
 
Bu da bizim selfie :))))
 
 

Yine de şu an durum farklı. Gözümün önüne yüzler geliveriyor... Burnumu çekiyorum. Boğazımda bir düğüm var.
 
Karmakarışık duygular... Bolca mutluluk, hatırı sayılır miktarda hüzün, epey bir hayret, adam akıllı özlem...
 
Sonra birden... Baise... Dün geceki toplantıda öğrendim vefat haberini.
 
 
 
 
Ruhu şad olsun sevgili Baise'nin. Aynı odayı paylaşmadığımız için çok samimi olmamıştık ama on dokuz yaşındaki yüzü gözümün önünde...
Allah geride kalanlara sağlık versin demekten başka çare yok.
 
...
 
Sağ olanlar kavuştu şükür.
 
Dün gece 30 senenin ardından, bir ilk an yaşadık. 
 
İyi de bu arada anlayamadığım şu; biz Alev'le (nasıl becerdiysek) :))) akıl edip o anı kayda aldık da siz neden bir sürü kocaman kız bizi çekmediniz?  Halbuki biz de sizi gördüğümüze çoooook sevinmiştik.
 
İlk an fotoları...
 




Fotoğrafları yerleştirirken ağlıyorum valla...
Siz uyuyun tabi saat 02:29 :))
 
....
 
Neyse biraz bir şeyler yazalım...
 
 
1982'de üniversiteyi kazanınca yerleşmiştim YSD Kız Yurduna. Bilmiyordum, farklı farklı yerlerde, birbirini tanımadan valizlerini hazırlayıp aynı kapıyı çalmaya hazırlanan bir çok genç kızdan biriymişim.
 
İşletme, İktisat, Eczacılık, Dişçilik, Tekstil, belki farklı bir kaç bölüm daha okuyan bir sürü genç kız.
 
Akşam 21:00 kapının kilitlenme saati.
 
Hafta sonları 23:00
 
Boyfriend'ler var... :) Bazıları şimdinin eşleri... Annelerin yolladığı kekler, kurabiyeler, dolmalar var; paylaşılan. Gece kazınan mideler var; insana oda oda dolaşılıp ağıza atılacak lokma aratan... Ortak kullanılan bigudiler, kremler, deodorantlar var... Kaçan çoraplar, gece maskeleri var...
 
Vizeler var; birincisi ikincisi olan. Sonra finaller... Koyu kahveler, demli çaylar var sınav dönemi çalışma odasında masanın üzerinde...
 
Sıcak su günleri var. Mutfak sırası var. Santrala telefon yazdırmak var. Kaçamaklar var, her konuda dibine kadar :)))
 
Oda temizliklerinde "sıra sende" tartışmaları var. Her odanın bir anaç tavuğu, bir kaç küçük kızı var. Ablalar var "Hareketlerinize dikkat edin, akşamları geç kalmak yok" diyen...
 
Yetmeyen harçlıklar var, borç istemeler... Ödemeler... Evci çıkmalar... Uzakların kızlarını yakındaki evlerine evci götüren başka kızlar var.
 
Tütün fabrikası var pencerelerinden korktuğumuz... Kilise var merak ettiğimiz... Reis var menemen yediğimiz, kumrucu var, gevrekçi var, söğüşçü var, Çan Kafe var... Ömerağa...
 
Mezuniyetler var sonra...
 
Toplanıp gitmeler... Kopmalar... Kopamamalar... Seneler var; otuz kadar... Buluşmaya ön ayak olan Zülal var; buluşmaya sevinçle koşan onlarca YSD kızı var...
 
Görüşme var. Dillenip canlanan hatıralar... Hasret gideremeden ayrılma var.
 
....
....
....
 
Tek kelime işte GÜZELDİ.
 
Nasıl olmasın ki?.. Bu ilişkinin adı arkadaşlık.
 
Sonra Pazar günü yavaş yavaş ayrılmaya başladık. İkişer üçer... Hep sizi izledim, tekrar tekrar arkasına dönüp bakanları... Gözden kaybedene kadar el sallayan YSD kızlarını... Yutkundum falan... Ulen dedim şimdi akmazsa neye yarar, saldım biraz... İyi geldi.
 
 
Seneler sonra Alev'le birlikte YSD kızlarını uzaktan ilk gördüğümüz an
 
 
Nuray'ın Ufuk'a bakışında saklı hasret ve sevgi
 
 
 
 
Yine hoplaya zıplaya...
 
 
O yollar...
 
 
 Öyle bir kere el sallamakla olmuyor...


 Dön bir daha...


 Arkadan bak, arkaya bak... Bir türlü vedalaşama...
 
 
Dur bir kere daha sarılayım
 
 
 
İşte öyle bir şey... Şu an sanırım hepimiz aynı rüyayı görüyoruz. :)
 
Sevgiyle, sağlıkla tekrar buluşmak üzere inşallah.
 
 
 
 

8 Mayıs 2016 Pazar

Bugün yalan söylemek bir başka güzeldi




Darülaceze Müessesesi 8 Mayıs 2016

Hani Gülben Ergen poposunu kanepenin bir o yanına bir o yanına hoplattı ya günlerdir. Bir annesi oldu, bir kendisi oldu. Karşılıklı anneler günü hediyesi kararlaştırdılar.

Gülben Hanım hoplayış başına kaç para aldı bilemem. Bildiğim şu ki; her hoplayış binlerce yaralı annenin, bir o kadar yaralı yavrunun yüreğine saplandı. Ve daha nice reklam yaptı bu acımasızlığı.

Birileri daha da zengin oldu.

Birileri daha da yaralandı.

&

Alışmış kudurmuştan beterdir ya... O hesap, senelerce huzurevinde anneler günü geçirmeye alışmış olanlar da böyledir.

Bu sabah Deniz'le kahvaltımızı yaptıktan sonra atladık metrobüse. PerpaDarülaceze'de bastık düğmeye. İndik.

Kısa bir yürüyüşün ardından Darülaceze Müessesesi'nin kapısından girdik. Kimlik bırak, misafir kartı al. Devam...

Bölük komutanı askerlerini selamlarmış gibi hızla yaşlıların hepsini dolaşmak istemiyordum. Gelişimizin işe yaraması önemliydi. Hemşire hanıma ziyaretçisi olmayan ya da çok az olan birileri varsa onları görmek istediğimizi söyledik. Bizi Zeliha Hanıma yönlendirdiler.

Dört yataklı odasına izin isteyerek girdik. Zaten yatağında oturmuş, gözü kapıda bekliyordu. İki yatak boştu. Ziyarete gelen yakınları onları bahçeye çıkartmış. Üçüncü yatakta gözleri görmeyen, kulakları işitmeyen bir nine yatıyordu.

Zeliha Hanıma yöneldik. Güldü bize.

"Hoş geldiniz"

"Hoş bulduk Zeliha Teyzecim"



İsmiyle seslenmemize şaşırdı. İçinde torununun ismi geçen bir kaç cümle kurunca hemen yakaladığım bu isme sarıldım ve hemşireyle yaptığımız konuşmanın üzerine bir sünger çektim.

"Evet biz Sevinç'in bir arkadaşını tanıyoruz. İstanbul'a giderseniz arkadaşımın anneannesini ziyaret edin demişti." dedim.

"Siz buraya benim için mi geldiniz?"

"Evet sadece sizin için"

Ağlamaya başladı. Şaklabanlığa vurduk işi.

"Ağlayacaksan hemen gidelim biz" falan...

Güldü.

"Sevinçten" dedi.




Aklınızda bulunsun bu tip ziyaretlerde asla sorulmayacak bazı sorular vardır.

"Çocuğunuz var mı?" "Kaç tane?" "Nerede yaşıyorlar?" "Sizi ziyarete geliyorlar mı?"

Bu soruların her biri bir hançer etkisi yapar benden hatırlatması! Yapacağınız en doğru şey, onların ne isterlerse onu anlatmalarına fırsat vermek. Kendilerince yapacakları ikramları kabul etmek... Onlar da her anne gibi yedirmek, içirmek isterler.

Zeliha Hanım bize ikisi bir arada ikram etti. Deniz sıcak su alıp geldi içtik.

Bebekli yatağın sahibini sorduk.

"Çocukları ölmüş, aklı bir hoş... Onlara sarılıp yatıyor." dedi.



Anlattı anlattı anlattı...

Bir gün çocuklarının onu gezmeye diyerek arabaya bindirdiklerini... O günden beri burada olduğunu... On senedir... Eşyalarını... İlk doğumunu... Ortancanın peynirli börek sevdiğini... Küçük torunun en hakikatlileri olduğunu...

O yorulana kadar dinledik. Onu tekrar ziyarete gitmemizi istedi. 
Deniz'e "Gelirken simit al parasını veririm ben sana" dedi.

İki saat kaldık yanında... Ziyaret saatinin bittiği haberi geldi. Veda edip yanından ayrıldık.

Çıkışa doğru ilerlerken bir başka odada kapıya yakın yatakta yatan yaşlı hanımla göz göze geldim. Güldü. El salladı. Hemen yanına girdim.

"Yüzünüz hiç yabancı gelmedi" dedi.

Yatağında doğrulmaya çalıştı. Yapamadı.

Ben ona yaklaştım. Elimi tuttu.

"Sizi bir yerden hatırlayacağım."

"Ben de sizi" dedim. (Bu bir huzurevi tecrübesidir. Çaktırmadan hayal dünyalarına dahil oluverirseniz mutluluklarını bozmamış olursunuz.)

"İlk mektebe Yedikule'de mi gittiniz?"

"Evveeeeet" dedim.

"Tabi ya yanılmam ben. Biz sizinle aynı sınıfta okuduk."

"Tamam tamam şimdi ben de hatırladım."

Sarıldık. Öpüştük.

"Nasıl tanıdınız beni?" dedim.

"Sizin yüzünüz hiç değişmemiş. Tabii boylanmışsınız ama... Siz vedia Hanımın ben Saide Hanımın sınıfındaydık"

"Yaaaa ne güzel günlerdi."

Muhabbet koyulmaya müsaitti ama ikinci ziyaret bitti uyarısı gelince ilk mektep arkadaşımla sarılıp öpüşüp vedalaştık.


İlk mektepten sınıf arkadaşım.
 
Anne


...

Kurumun kapısından çıktıktan sonra Deniz'le dönüp taş binaya baktık.

Az evvel kollarında olduğumuz annelerin hali dışarıdan bakınca belli olmuyordu.

 


 



Neyse... Akşam oldu bitti.



Sevgiyle...















2 Mayıs 2016 Pazartesi

Kedim bile imanlı





Bugün baktım Zarif bir tuhaf.


Misafir şekeriyle maç yaparken ezan başlayınca oyuna ara vermeler...

Uyumak için seccadenin üzerini seçmeler...

Abdest alırcasına yalanmalar...


Kızım dedim hayırdır? Söyle ne oldu sana?

Nasıl anlatacağını bilemedi kızcağız.


Meğerse geçen gün bizim kız pencereden dışarıları seyrederken bir bakmış ki,

Koca bir bulut namaz kılıyor.

Donmuş kalmış bizimki. Gözleri yuvalarından çıkacakmış az kalsın.






Düşünmüş, benim akılsızlardan neyim eksik diye...

Tamam demiş. Bunu gördüm ya daha da Davos'a gitmem. (Ay pardon yanlış oldu.)

"Bunu gördüm ya artık iman etmeliyim." demiş :)


Buymuş yani mesele.

Namaz kılan bulutu görüp imana gelen kitlelere bizim kız da katılmış.


"İyi Zarif'cim hayırlı olsun" dedim.


Kalktım sofrayı hazırlamaya...

Deniz gelip yerine oturana kadar bir baktım, Zarif kızın tabaktaki köftesini çalmasın mı?

"Hani hidayete ermiştin? Hani imana gelmiştin?" diye azarladım Zarif'i. 

Sırıttı.

"Çalmadan duramıyorum fıtratımda var tatlım."


&


Kişisel tecrübeme dayanarak söylüyorum ki, Allah'a en büyük ihanet verdiği akıl nimetini kullanmamaktır. Çünkü "O" muhatap olarak bile akıl sahiplerini alır.


2/44   "... Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız?"

2/171 "... Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler."

2/197 "... Ey akıl sahipleri..."

3/7     "... Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez."

6/32   "... Aklınızı kullanmaz mısınız?"

40/58 "... Ne kadar az düşünüyorsunuz."



Not: Zarif'cim seni kullandığım için özür dilerim. :))