12 Ekim 2018 Cuma

FUTBOLCUYA ÇALIM ATAN KELEBEK




Mine


Sabah sabah instagramda ne gördüm; adamın suratına kırmızı çarpıyı koyuvermiş benim arkadaşlardan biri. Hayırdır dedim içimden. Aslında fotoğrafı paylaşılan kişiyi tanımıyorum! Altına "Işıl'cım bu kim?" diye yazsam, dalga geçiyorum bile zannedebilir. Hiç bir isim cisim koymadığına göre kesin ünlü biri. 

Neyse ne dedim geçti gitti.

Yürüyüş dönüşü gazete almak istedi canım. Sözcü ve Hürriyet aldım. Bakalım aynı haberleri biri nasıl, diğeri nasıl anlatmış okuyup göreyim dedim. İkisini de masanın üzerine bırakıp çay suyu koydum. Benim için gazeteyle kahvaltı arasında görünmez bir bağ vardır. Çocukken Tatlı Cadı hastasıydım. Samantha mutfakta bi buzdolabı, bi fırın, bi masa arasında koştura koştura kahvaltı hazırlar, Darrin hiiiiç istifini bozmadan gazetesini okurdu. Hani sanki o gazete okumasa kahvaltı ritüeli eksik kalacak sanır insan. İşte tam Darrin gibi gazete okuyasım vardı bu sabah. 

Önce Hürriyet'i aldım elime. Anaaaaaa bir baktım aynı adam manşetin hemen sağında. Meğerse çok ünlü bi futbolcuymuş ve de hastanenin birine gidip silahlı milahlı ayıp ayıp işler yapmış ya da yapmış olabilirmişmiş. Henüz belli değilmişmişmiş. Sonra gazetede adamın vukuat kariyerini okudum. Yani listelenen suçları işleyen kişide, bahsedilen hastane operasyonunu kotaracak cevher de vardır diye düşünmedim desem yalan olur. 

İnstagramdaki kırmızı çarpı böylece anlaşılmış oldu. 

Bir şarkıcı, bir futbolcu, iki tane de mesleklerini bilmediğim kadın. -kadınlar futbolcuyla şarkıcının karıları-. Üç dört dakikam resmen çöpe gitti. Bana ne ya dördü halletsinler tasası bize mi düştü? Hepimizin bir sürü işi gücü var. Bu saçmalığın manşete layık görülmesiyle içime daha da bi sıkıntı bastı. Bahçeden bir limon alayım bari diye çıktım. 

...

Güzel dostum LimonNaz'ın dallarına henüz dokunmuş, daha iki laf etmemiş, limon alabilir miyim dememişken bacaklarımda o yumuşacık tanıdık okşayışı hissettim. Aşağı doğru baktığımda amanın Ba' gelmiş :) Mırıl mırıl sürtünmelerde... Öpüştük koklaştık. Haydi birlikte etrafa bakalım dedik. Ekim havası cilveli. Çamlara sırılsıklam aşık sarmaşıkların oynaşan yapraklarının arasından başımızdan aşağı altın tozu güneş dökülmekte. Kamaşan gözlerimi kısıp narın arkasından ufka kadar uzanan mavi sevgilime baktım. Koynuna girebileceğim sayılı günler kalmışken miskin bir kararsızlık teslim aldı beni. Napalım bugün deniz yok o zaman. 

Alt bahçedeki su kaplarının yanına geldik. Ba' tütü giymiş olsa balerin zannedilmesi kaçınılmaz. Bu kadar mı zarif yürünür? Şeffaf cam su kabının önünde eğildim. Minik beyaz bir kelebek, yarılanmış suyun üstünde sırt üstü kıpırtısız yatıyordu. Hüzünlü bir gülümsemeyle baktık ona. Zaten kaç günlük ömrün vardı diye geçirdim aklımdan. Kendi kadar romantik bir sonla ölüme gitmiş dedim ve bir fotoğrafını çekmek istedim. Telefonumun kamerasını açıp su kabının üzerine doğru iyice eğildim. O da ne?! Minik kelebeğin yukarı bakan ayaklarından biri kımıldar gibi olmasın mı?!. Öyle şaşırdım ki anlatamam. Hemen telefonu otların üzerine bırakıp, yerden bir çam iğnesi aldım. Kaş yaparken göz çıkartmak istemiyordum. İğneyi kelebeğin altına doğru uzattım ve onu yavaşça sudan çıkarttım. Tatlı tatlı esen rüzgar bize yardım etmek istediğini söyledi ve omzuma oturup beklemeye başladı. Ufaklığın narin bedenini kaplayan o dev gibi su damlası bahçe taşı tarafından emildi. Bu hayati yardımından dolayı taşa minnetlerimizi sunduk. Çam iğnesi, taşa döndü ve kelebeğimizi ikinci bir noktaya koyarsak kalan suyu da içip içmeyeceğini sordu. O da tabi dedi. Kelebeği itina ile üç beş santim sağa aldık. Taşın üzerinde minicik yeni bir ıslaklık oluştu. Rüzgar omzumdan kalkmadan kelebeğin kanatlarına doğru tam ihtiyacı olan miktarda üflemeye başladı. Esintiyi hepimiz hissettik. Saçlarım uçuştu. Ba', çam iğnesi, taş ve ben çok mutluyduk. 

Kelebek kanatlarını yavaşça açıp kapattı. Hepimiz nefeslerimizi tutmuş, pür dikkat onu izliyorduk. Bir daha, bir daha... Kendisini uçmaya hazır hissettiğinde dönüp baktı. Gülüyordu. Üç gün olmuş doğalı. Daha bir iki ay kalabilirmiş dünyada. Yanlış biliyormuşuz; hiç bir kelebeğim ömrü bir gün değilmiş. Bize kanat salladıktan sonra kibarca havalandı. İlk olarak top kadifeye kondu. "Mineeee" diye seslendim arkasından. Nereden çıktıysa Mine? Bizimkilerle şaşkın şaşkın bakıştık. Hepimizin aklından da aynı isim geçmemiş mi? Birine söylesek inanmaz. Kelebeğimizin ismi Mine oldu. Carpe diem💗

Durup dururken bizi o su kabının başına neyin, hangi gücün gönderdiğini düşünmeden edemedim. Üstelik tam Mine son nefesini vermek üzereyken. Sistemin işleyişi içinde Mine mi ben mi daha kıymetliyim acaba diyecek oldum, hemen toparlandım. Bu kibir için kendinden utanmalısın Zeynep hanım dedim. Belki de Mine o kadar değerli ki, sen onu kurtarmak için gönderilmiş bir hizmetkardan başka bir şey değilsin. Aksini ya da aksinin aksini kim iddia edebilir?

Çam iğnesini taşla baş başa bırakırken, "hadi siz sohbete devam edin biz gidiyoruz" dedim. Ba' kapıya kadar yanımda geldi. Ben anahtarı çevirirken, o da asmanın dökülen yapraklarından fırsat bulup çimenlere yayılmış olan güneşin kucağına serdi postu. Mırmırrmırrr... 

Su fokur fokur kaynıyordu. Hemen çayı demledim. Mutfak masasının üzerinde duran gazetelere takıldı gözüm. Futbolcu adama baktım. Yaptıklarını okurken sıkıntıdan patlayıp kendimi bahçeye atmış olmasaydım Mine ölecek miydi? Yoksa sistemin B planları bitmez miydi? Hakikati bilemesem de bi teşekkür edesim geldi topçu abiye. Burnu uf olan şarkıcı duymasın bunu tabi :))) Gazeteleri katlayıp sehpanın altına koydum. Çok güzel cam siliniyor. 

Gündemimize damgasını vuran Mine, hakkında iki satır yazı yazılmasını hak eden tertemiz öznemizdi. Sinirli adam ve onun gibilere gelince... Onlar bizim hayatımızda ya da yazılarımızda figüranlıktan ileri geçemezler.

Sevgiyle...