9 Eylül 2018 Pazar

9 Eylül 1996







Belimde, kasıklarımda hafif bir sızı, çamaşırımda kan vardı. Telefona koştum. Doktorumuz Uçar Bey hemen İzmir'e geliyorsun dedi. Paldır küldür yola çıktık. Ada-İzmir bir-bir buçuk buçuk saat falan. Bir saat sonra varmıştık.

Yattığım yerden kalkmamı beklemeden içimi rahatlattı doktorum. Evet yaşadığım bir düşük tehlikesiydi ama bebek düşmemek için sıkı tutunmuştu. Ahmet de ben de temkinli birer oh çektik. Böylelikle bol yatmalı, asla ağır kaldırmamalı günlerimiz başladı.

Çok dikkat ettim.

Atlattığımız tehlikenin üzerinden bir ay geçtikten sonra ilk tekmeler geldi. Elimin altında oradan oraya kayan minik iki topuk, bazen de dirsekler hissediyordum. Onun kız mı erkek mi olduğunu bilmek istemedik. Pembeyle maviyi özgür bıraktık. Sarıyı, yeşili, turuncuyu doldurduk odasına.

Bebeğimiz beş buçuk aylık olduğunda bir kez daha gösterdi kararlılığını ve tekrar tutundu hayata. Sıkı sıkı sarıldı kordonuna. Bırakmadı beni. Atlattığımız bu son büyük tehlikenin ardından hala onun kız mı erkek mi olduğunu bilmiyordum ama artık "güçlü" bir insan olacağından emindim. 

...

Kız kardeşlerimin hamileliğim sebebiyle benden bir şey gizlediklerini fark ettiğimde altı artık buçuk aylık hamileydim. Annem kızlardan hastalığını bana söylememelerini istemiş. Yaşananlar saklanamaz boyuta gelip gerçeği öğrendiğimiz gün hemen İzmir'e gittik. Hepsini toparlayıp birlikte Ada'ya döndük.

Kanser sebebiyle bir yakınını kaybedenler bundan sonraki süreci bilir. Böyle bir kayıp yaşamayanlar ise dilerim bu şanslarını ömür boyu korurlar.

...

Bir öğleden sonra annem balkondaki şezlongunda otururken, ağrılarını belli etmemeye çalışarak elini karnımın üzerine koydu. Hiç göremeyeceği minik torunu da anneannesinin elini boş çevirmedi. O tanışma anını hiç bir zaman unutmayacağım. :)

"Tekmeni severim senin" diye gülümsedi annem.

Sonra bana döndü

"Erkek olursa ismini Hakan koyun" dedi.

Annem hayatlarımıza asla karışmaz, bize hiç bir konuda baskı yapmazdı ama bunu istedi işte. Karşıyaka'da çok sevdiği, değer verdiği bir diş doktoruydu Hakan Keskiner. Bunu, torununun da onun gibi iyi ve faydalı bir insan olması arzusuyla söylediğine emindim.

3 Eylül günü annemiz vefat etti. 

Ev kalabalık. Karnım burnumda. Eksi birle artı birin yaptığı gibi sevincimle üzüntüm de birbirlerini götürdüler. Sıfırı hissediyordum. Acıkmayan, terlemeyen, susamayan, düşünmeyen, konuşmayan bir "şey"dim. Kardeşlerim de... Herkes böyle bir hamilelik sürecinin ardından doğacak bebeği merak ediyordu. Sezaryen için Uçar Beyle gün kararlaştırdık telefonda. 

"Ne dersin 9 Eylül olsun mu?" derken sesinde küskün bir çocuğu güldürmek isteyen babacan bir tını vardı. "Bak bütün İzmir süslenip sizi bekleyecek..." diye konuşmaya devam etti. Onu dinlerken aylardır nedenini bilmeden tuttuğum gözyaşlarımı serbest bıraktım.

...

9 Eylül öğleden sonrasında loş ve serin hastane odasında gözümü açtığımda Günfer baş ucumdaydı. Yüzünde hayret ve sevinç karışımı bir ifadeyle konuşuyordu. 

"Kızım sen ne yaptın böyle? 4 kg 100 gr bir erkek doğurdun." 

Dokuz ayda 7 kg almış, acı dolu bir hamilelik süreci geçirmiştim. Hepimiz şaşkındık. Biz parmak çocuk beklerken, pembe yanaklı, topidik bir oğlan hayatımıza girmiş, aylardır gülmeyi unutmuş onlarca insanı aynı anda mutluluğa boğmuştu.

Hakan'ın doğduğu gün çok ağladığımı hatırlıyorum. Çok güldüğümü... Memelerimin sızladığını... Kalbimin yandığını... Ameliyat yerimin zonkladığını... Narkozdan çıkarken baş ucumda annemi hatırlıyorum. Bebek ağlamaları... Dışarıdan gelen İzmir kutlamaları...

...

Annem gideli 22 sene bitti. 

Hakan 22 yaşında. 

İçeride arkadaşına dövme yapıyor.

Hava sıcak ve rüzgarlı. 

Balkonda yazıyorum.

Hep olduğu gibi güzel bir 9 Eylül.

Hasret, sevgi ve şükürle...