25 Ocak 2017 Çarşamba

"Hayır" çünkü...







Dün akşam üzeri Eyüp...

Hanüz hava kararmamış. İşten çıkanların telaşlı koşuşturma saatleri... Tam Eyüp Sultan Camii'nin önündeyim. Zabıtanın ve elbette acil durum araçlarının girebildiği, normalde trafiğe kapalı olan yoldayım. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın resimleriyle giydirme yapılmış bir araba trafiğe kapalı olan bu kısımda duruyor. Sivil plakalı. Dört kapısı da teybi de son ses açık. Belki daha da açılabilir bilmiyorum. En azından, oradan geçenlerin, geçmiş gitmiş, hatta uzaklaşmış olanların bile kulaklarının zarını zorlayan bir güçte yayın yapıyor. Ne mi çalıyor? Müzik değil. Salavatlar! Arabanın üzerinde "biz bu yola ölümüne girdik" yazıyor. Bu yol; başkanlık yolu. 

Gayri ihtiyari arabaya yaklaştım. "Ölümüne" ile neyi kast ettiklerini soracaktım. Eğildim baktım araba boştu. Etrafa bakındım. Sanki gökten zembille inmiş sahipsiz bir arabaydı. İnsanlar yanından geçip gidiyordu. Memnun bakışlılar... Endişeliler... Yürüdüm ben de. İçim sıkıştı. 

Ölümüne? 


*


Dört gün evvel Gaziosmanpaşa Şehir Tiyatrosu;

Başkanım başkanım diyerek el pençe karşılanan gençten bir bey ve hanımı tiyatro salonunda en ön sıradaki yerlerini aldılar. Tanımıyordum. İlçenin belediye başkanıymış. Sevindim önce. Hani tiyatrolarla ilgili onca sözden sonra izlemeye geldi diye... Oyun başladı. Haldun Taner'in Ay Işığında Şamata adlı eseri. Perde açıldı. Dejenere olmuş bir sosyal sınıfa ait insanlar canlandırılıyor başlarken...

İlk perde bitti.
İkinci perde başlarken Başkan bey ve eşi salonda yoklardı.

Hüsnü zanda bulunuyorum; telefon geldi ve çocuklarının ateşi çıktığı için ayrılmak zorunda kaldılar. Olamaz mı? Olabilir. Suizanda bulunuyorum; ilk perdedeki bazı sahnelerden rahatsız oldular. Olamaz mı? Olabilir. Peki hangisi? Bilmiyorum. Doğrusunu kendileri bilir.  

*


Bir hafta evvel İstiklal Caddesi... 

Kırmızı Kedi Kitabevindeyim. Felsefe kitaplarının olduğu raflara bakarken içime bir korku saplanıyor. Felsefeyi yok saymak isteyen zihniyetin egemenliği altında olmayı düşünüyorum.

Çıktıktan sonra caddede akordeon çalan bir sokak müzisyeninin yanından geçiyorum. Müzik kulaklarımdan girip kalbime doluyor. Waltz of the Butterfly! Tam az evvelki karamsarlığımdan kurtulacakken vals üzerine yapılan üst düzey konuşmalar geliyor aklıma...

Kelebeğin valsinde günah unsuru aramak nasıl bir şeydir acaba? 

İnsanları "kafirdi onlar" diyerek katledebilecek kadar zıvanası çıkmışların cirit attığı bir toplumda yaşamak ürkütücü değil de nedir acaba?


Kelebeğin Valsi



Siyasetçilere güvenmiyorum. Hiç birine! 

Samimi insanlarla ise hiç derdim olmadı. 

Sarık takan, çarşaf giyen insanlar tanıyorum. Çok değiller ama tanıyorum ve hatta bir iki tanesiyle komşuyum. Zor zamanımda kapılarını çalabilirim. Onlarda bizim. Nereden biliyorum? Önceki tecrübelerimden. İçlerinde "hayır" diyeceğini açık açık söyleyenler var. Tıpkı tam tersi "görünüşte" olup evet diyeceğini açık açık söyleyenler gibi. 

Elbette evet demek de hayır demek de bir hak. Yeter ki NEYE evet ya da hayır dediğimizi biliyor olalım.

Ötesi?

Bilmiyorum.

Siz de bilmiyorsunuz.

Siz derken, benim gibi sade vatandaşlardan bahsediyorum. Çünkü bizler cidden kim kiminle ne hesaplar peşinde bilemez, akıl erdiremeyiz diye düşünüyorum. 

Ne evetçi siyasilerin vaatleri, ne hayırcı siyasetçilerin endişeleri umurumda. Sadece ve sadece kendi gözümle gördüklerime, kulaklarımla duyduklarıma bakıyor onları esas alıyorum. 

Eyüp'teki sivil plakalı "ölümüne"ci, "felsefe düşmanı bürokrat", "sanata mesafeli idareci" ve daha pek çok şahitliğim HAYIR demem için yetiyor bana.

Çünkü ben Mustafa Kemal ATATÜRK'ün ve elbette onunla omuz omuza çabalayan tüm insanların bize bıraktıkları mirası koruyup kollamaya niyetliyim. Demokrasiye, Cumhuriyete sahip çıkmayan, kim olursa olsun, kendini nereye ait hissederse hissetsin, er ya da geç pişman olacaktır diye düşünüyorum. Evet diyecek olanlar da buna dahil. Çünkü Cumhuriyet onların da özgürlüklerinin teminatıdır.


Ümidimi kaybetmiyorum. Kaybedettiğini hissettiklerime de bunu tavsiye ediyorum. Bir de kimseye kinlenmemeyi... Neden biliyor musunuz? Kin bize elli senede bir rövanş aldırıyor da ondan. Aynı acıları sırayla çektiğini fark etmeyen insanlar ülkesi olduk. Ama yeter artık.

Kinle değil, istisnasız hepimiz için iyi niyetle HAYIR!

Sevgiyle...















  



















20 Ocak 2017 Cuma

İstanbul Bir Masaldı



Merhabalar,

Peşin peşin söyleyeyim, 
yazıyı okurken videoyu dinlemenizi tavsiye ederim.
Ne demek istediğimi en sonunda anlayacaksınız. 💛




Tramvay çanını çın çın çalar, yağmur şemsiyeme pıt pıt düşerken, 
turistler şakır şakır fotoğraf çeker, ben nefes nefese kalmışken girdim 
Kırmızı Kedi'nin kapısından. 

Kitabevinin kasasında görmeye alışkın olduğumuz zarif bayan ve diğer delikanlı 
-ki o da oldukça zariftir- 
'çın çın', 'pıt pıt' 'şakır şakır' konseptine uyumlu bir şekilde 
Yani? Yani 'harıl harıl' :))) çalışıyorlardı. 

Ve o... 

Kırmızı Kedi Kitabevinin 'siyah beyaz' kedisi merdivenlere kıvrılmış 
'mırıl mırıl' mırıldıyordu.

Orası neden huzurlu biliyor musunuz? 
Kitapları istediğiniz gibi inceleyebiliyorsunuz. 
Böyle nasıl anlatsam... 
"Atlı kovalama korkusu", "Buyurun nasıl yardımcı olabilirim" 
stresi olmayınca haliyle huzurlu buluyor insan.


Aradığım birkaç kitabı sordum. Buldular. 

Sonra;

Kasanın arkasındaki bölümden bir kitap durduk yere bana seslendi. 
Üstelik 'aramadığım'dı! 
Uzanıp aldım yerinden. 
Açtım. Rastgele birkaç çeyrek sayfa okudum.
Arka kapağa baktım. 
Attila İlhan demiş ki; "Nihayet roman gibi bir roman" 

Sonrasını biraz atlıyorum.

Şimdisi; 

"İstanbul Bir Masaldı" masamın üzerinde duruyor. :) 💖

İstanbul baş rolde.
Ve büyülü şehrimizin yaraları...
Azınlık diye bir kelimenin içine tıkıştırılmış insanlarımız.
Hayat!

Beni en çok etkileyen de, 
her sayfada en az iki cümlenin benim için yazıldığı hissine kapılmam. 
Eminim her okuyan -cümle sayıları farklı olsa da- benim gibi hissediyordur.

Her gün yavaş yavaş 'azınlık' olma yolunda ilerliyormuşuz gibi geliyor ya,
bilmem kitap o yüzden mi tesir etti bu kadar?
Yoksa güzelim Eylül'ü, eli sopalı, yakıp yıkan bir ayıpla kirletenlerin 
varisi gibi mi hissettim kendimi?

Bilmiyorum.









Okurken tebessüm ettiğim yerler var. Ağladıklarım daha çok.

Duygular bu kadar mı güzel anlatılır? Anlamamaya niyet etsen nafile.

Mario Levi'nin çok ilginç, kendine has katmanlı bir anlatımı var.
Versiyonlu cümleler kuruyor. Bir hikayeyi onlarca hikaye yapmanıza olanak sağlayacak şekilde yazıyor.

148. sayfadayım. Tamamı 804 sayfa :)



Unutmadan yazayım;

Kırmızı Kedi Tünel'in tam karşısında. 
Yani belki de 70. sayfada "Tünel'e yakın küçük bir dükkan açan Mozes" de 
girdi şimdilerde kitabevi olan bu dükkana, kim bilir o vakitlerde ne iken? 
Bir zamanlar... 


Burası İstiklal değil. Dönünce çektim. Balat.


Bugün sırf bu yüzden tekrar düşürdüm yolumu oraya. 
Tünelin hemen solunda Tünnelstop isminde bir kafe var. 
Duble çayıma bir cevizli kurabiyeyi yoldaş ettim.
Seyyan Hanımı dinleyerek hem de 😉

💜

Boşu boşuna gelmemek lazım dünyaya,
Sevmek, hissetmek lazım.

Sevgiyle...



4 Ocak 2017 Çarşamba

Beyaz Masa'ya teşekkürler :)



Artık birbirimizi ne kadar iyi anlıyoruz öyle değil mi?

Yani çoğu zaman...

Ortak acılarımız çoğaldıkça çoğaldı. -burada özellikle "çoğalıyor" demedim, sanki bir "dı" ile acıları geçmişte bırakabilirmişiz gibi ama olsun-

Hani bazılarımız "paylaşacak bir şey yok acıdan başka" diyorlar ya, patlamalar, saldırılar oldukça... Doğru aslında. 

Yine de ben bir karar verdim. Naçizane. 

Artık üzüntü veren hiç bir şey paylaşmayacağım. Sıkıntı. Dert. Tasa. Hiç birini paylaşmayacağım. Hepsinden yeteri miktarda var. Benim bu kararımla bir şey eksik kalmaz zaten. 

Sadece doğruluğundan emin olduğum, iyi, güzel, mutluluk verici her neye şahit olduysam onları yazacağım. 

Bugünkü gibi mesela :)

Öğleden sonra Eminönü'nden eve doğru yürüyordum. Tam otobüs duraklarının orada Ticaret Üniversitesinin önünde yerde taşın üzerinde yatan birini gördüm. Lacivert kumaş bir pantolon ve siyah bir kaban giymişti. Aslında kaban battaniye vazifesi görsün diye üzerine atılmıştı sanki. İnsanlar sağından solundan geçip duruyorlardı. Benim yaptığım gibi... 

Onlara sorma şansım olmadığı için fotoğraflarını çekmedim. 
Yukarıdaki, internette gördüğüm bir başka evsiz arkadaş.

Havaların şu sıralar nasıl gittiği malum...

Yüzü kapalıydı görmedim. Genç mi yaşlı mı? Esmer mi sarışın mı? Hatta canlı mı ölümü? Bunları düşünerek geçtim yanından. Sonra aklıma bu bir film olsa ve kalabalıktan biri "kalk yahu yürü sana bir çare bulalım" dese, bunu söyleyen kişiyi ne kadar takdir edeceğimi düşündüm. 

Kızdım kendime.

Bir sürü haklı sebep -bahane- sayıverdim içim rahat etsin diye.

Etmedi.

Sonra birden geçenlerde gördüğüm İstanbul Büyükşehir Belediyesi Beyaz Masa ilanı geldi aklıma. Afişler görmüştüm. Sokaktaki vatandaşlarımıza sahip çıkıyoruz diyorlardı. Onlardan birini görürseniz Alo 153 hattını arayın yazıyordu. Hem yürüdüm hem telefonumdan bu bilgilere tekrardan göz atmaya başladım. 

Kadir Has Üniversitesinin önüne geldiğimde çimenlerin üzerindeki banklara baktım. Biraz dinlensem mi diye düşünürken ikinci arkadaşı gördüm. O ilkine nazaran biraz daha konforluydu, bankta uyuyordu. Üzerine kalın bir muşamba atılmış. Onun da yüzünü görmedim. 

Hemen 153'ü aradım e tabii bir kaç aktarmadan sonra ilgili servise bağlandım. Her iki kişinin de yerlerini tarif ettim. İsmimi telefonumu istediler. Teşekkür ettiler. Kapattık.

Düşüne düşüne yürümeye devam ettim. 

Yarım saat kadar sonra evin önünde çantamdan anahtarımı çıkartmaya uğraşırken telefonum çaldı. 

-  Zeynep Hanım?
-  Evet benim.
- Hanımefendi Ticaret Üniversitesi civarında bir ihbarınız olmuş biz oradayız, göremedik tam olarak tarif edebilir misiniz? Bu arada kişiyi bulduğumuz takdirde gelmek istemezse zorla götüremiyoruz bilginiz olsun.

Tarif ettim. kapattık.

Otuz saniye olmamıştı tekrar çaldı telefonum. Bu sefer farklı bir ses.

-  Zeynep Hanım?
-  Evet benim.
- Hanımefendi Kadir Has Üniversitesi civarında bir ihbarınız varmış. Şahsın yerini tarif edebilir misiniz? Bir de...
- Biliyorum sizinle gelmek istemezse zorla götüremezsiniz.
- Evet efendim.

Kapattık.

Eve girdim. Bir kaç saat geçmemişti ki telefonuma arka arkaya farklı ihbar kayıt numaralı aynı içerikli iki mesaj geldi. 


Tamam, sosyal ve antisosyal medyadan görüp işittiklerim sebebiyle sempati duyduğum belediye Ovacık Belediyesi olabilir ama Haliç kıyısındaki iki evsiz arkadaş için teşekkür etmem gereken sanırım İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Sezar'a bile hakkını vermek gerekirken Beyaz Masa'ya neden vermeyeyim ki? 

Sonuçta şu an ben bu satırları onları gördüğüm sahile bakarak yazıyorum. Tabi bir farkla, benim masam kalorifer peteğinin önünde. 


Çok fazla enini boyunu, öncesini sonrasını düşünmek istemiyorum. Bildiğim şu ki bu gece soğukta değiller. Çorbalarını içtiler. Doydular. Aynı şartlarda olan diğerleriyle beraber sıcak bir yataktalar.

Yani diyeceğim o ki, İstanbul'daysanız Alo 153 aklınızda bulunsun.

Sıcak geceleriniz, dumanı tüten çorbalarınız olsun.

Sevgiyle...