20 Nisan 2016 Çarşamba

Öylesine yürüyorsa tuhaf adam



Bir gün sizin de İSKİ'de işiniz olursa,

Büyükşehir binasının yanında karşıdan karşıya geçmek için yeşil yanmasını beklerseniz,

Yeşil yanarsa,

Karşı taraftaki ve sizin taraftaki yayalar birbirlerine doğru sağlı sollu şuursuz bir hücuma geçerlerse,

Sürüklenirken siz de aralarında diğer kaldırıma doğru,

İçlerinden biri bağırmaya başlarsa,

"Ayı önüne baksana"

Dönerseniz sesten yana,

"Yürüsene be kardeşim" diyenleri duymayan o tuhaf adamı görürseniz,

Başka dünyada gibi,

Kürek çekeni olmayan başıboş bir kayık gibi,

Var gibi ama yok gibi



Öylesine yürüyorsa tuhaf adam,

O sırada,

Elindeki hastane raporları yerlere saçılırsa,

Uzaktan bir genç yetişip adamın koluna girerse,

Yayaların arasından bir insan;
"Yardım edebilir miyiz bir şey mi oldu?" derse,

Koşarak gelen genç, gözleriyle raporları işaret eder ve bir iki fısıltılı kelime sarf eder, 
"Kızı..." derse,

Başka söze gerek kalmayan o anda,

Tahmin edemediğiniz bir hisle kaçarcasına uzaklaşırsa,
Az evvel "Ayı önüne baksana" diye bağıran,

Eliniz ayağınız buz keser.

Acılı babanın arkasından bakar kalırsınız gibime geliyor.

12 Nisan 2016 Salı

Dünya Kedi Güzeli



Telefonum çaldı.

Yabancı numara.

"Efendim?"

"Zeynep İnan?"

"Evet"

"Kediniz Zarif, Dünya Kedi Güzeli seçildi."

"Hı?"

"Kediniz Zarif, Dünya Kedi Güzeli seçildi."

"Zarif mi???"

...

"Anneeee anneee kalk yatağına git üşiyceksin."

"Hı?"

:))))



 
Arım balım peteğim gülüm dalım çiçeğim,
Dünya Kedi Güzeli bir tanecik Zarif'im :)




11 Nisan 2016 Pazartesi

GÖZÜNÜ SEVDİĞİM iNSANLIK



212 tane facebook arkadaşım varmış. Fakat sadece 10 tanesi gerçekten facebook arkadaşı. 202 tanesi ev, iş, okul, eş, dost, ahbap... Bu sesini duymadığım, fotoğrafları dışında -şimdilik- yüzlerini görmediğim 10 facebook arkadaşımın onu da çok güzel insanlar.
Onlardan biri olan STA (böyle yazayım da gizemli olsun) :))) geçen gün uluslar arası kitap değiş tokuşuna dair bir paylaşım  yapmıştı. Hoşuma gitti. Naz da aynı paylaşımı yapmıştı. İkisiyle de görüştüm ama yine de bu sistemin bir nevi saadet zinciri olduğuna dair şüpheler uyandı içimde.
Yetti gari dedim kendi kendime... Dünyada zengin olmasına yardım etmediğim bir şebeke de kalsın artık ama di mi ya... Vaz geçtim.
Bu sefer de içime sinmedi. STA'ya :) sistemine dahil olacağımı yazmıştım. Bulması gereken 6 kişiden biri olmayı kabul etmiştim. Sonradan caymak biraz canımı sıktı. Düşündüm; biz neden kendi saadet zincirimizi kurmayalım ki? :))) Sonuç olarak ismini cismini, neye kime hizmet ettiğini bilmediğimiz bir sistemi beslemeden birbirimize birer kitap yollamaya karar verdik. 
...
Bu sabah gidip kargodan kitabımı aldım.
Hava çok güzeldi. Hemen kıyıdaki banklardan birine yerleştim. Paketimi açtım. O da ne? Daha evvel iki kere aldığım ve kaybettiğim Ermiş. Halil Cibran. Aslında kaybettiğim derken ne demek istediğim anlaşılmıştır sanırım. "Bunu okuyup hemen geri veririm diyen asla vermeyenler" var ya :)))
Neyse.
Ermiş'i görünce çok sevindim. Kitap olduğu için tabii. Yoksa insan ermişlerinden Allah'a sığınırım.
... 
Bağdaş kurdum bankta. Okumaya başladım. 
Kalktım çimenlere oturdum. Sırtımı bir erguvana yasladım. Okudum.
Bir süre sonra tekrar banka geçtim. Kitabı tutan elimde sorun yoktu ama diğeri sıkıntılıydı. Bir bardak çay ya da kahve yakışırdı ona.


Aynı anda elinde poşetlerle gülerek gelmekte olan satıcıyı gördüm. "Çaaay, kahveeee, çiğdem, su" diye bağırıyordu. Gayri ihtiyari yazdım ama silmeme gerek yok, adam elbette çekirdeeeek diyordu. :)))
Ona baktığımı görünce sanırım müşteri potansiyelimi fark etti ve yanıma geldi. İşte o anda hiç bozuk param olmadığını hatırladım. Tüh dedim. Sordu. Böyle böyle dedim. Yanıma çömeldi. "Çay mı kahve mi?" dedi. Duymadı zannettim. Tekrar anlattım durumu. Güldü "Çay mı kahve mi?" dedi. Sonra daha ben ağzımı açmadan konuşmaya başladı.
"Sen benim yerimde olsan bana bir bardak çay kahve vermez misin? Biz kardeş değil miyiz? Biz insan değil miyiz? Her şey para mı? İnsanlık öldü mü?"
Onu dinlerken hayret, dalgınlık, mutluluk, ümit karışımı bir şeyler hissettim. Gülerek sordum,
"Dakikada kaç soru sorabiliyorsunuz?"
"Hı?"
"Yok bir şey"
Güldü tekrar.
"Çay mı kahve mi?" dedi.
Gayri ihtiyari dedim ki,
"Birlikte içersek çay olsun"
"Termoslar pek iyi cins değil, soğutmadan satmam lazım bunları. Sen iç. Şifa olsun."
Koyduğu çayı kitabımın yanına kendi bıraktı.

Güldü. Kızı varmış iki tane. "Allah iyilerle karşılaştırsın" dedim. "Seni de" dedi.
Termoslarını kalın siyah poşetlerin içine koyup "Çaaaaaaaay, kahveeeeee" diye bağırarak uzaklaştı yanımdan.
Öylece baktım arkasından. Gözden kaybolmadan son bir fotoğrafını çektim.
Kala kaldım bir süre. Zenginliklerine zenginlik katmaktan başka derdi olmayanlar geldi aklıma. Bu tertemiz ana yakışmadılar hemen yolladım onları.
Kitabıma döndüm. Çay taptazeymiş. Sıcacık.
...
Eve çıkarken ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. İnsan gibi bir insan tanıdım.
Çay koyduğu bardağı atamadım. Dayandığı kadar kullanır, parçalanınca atarım dedim.
Şu an kahvemi içerken yazıyorum bunları :)))
İnsanlık başka bir şey.
Sevgiyle...

7 Nisan 2016 Perşembe

ses sistemci hoca




"Dinde zorlama yoktur."

2. surenin 256. ayetinin ilk cümlesi.

Yani?

Yanisi bu işte. Dinde zorlama yoktur.

İyi de zorlama nedir?

Hoparlörü caminin dışına koyup mahalleye Kuran'ın Arapça seslendirilişini dinletmek zorlama olmasa gerek.

Olsaydı koca cami hocası bu ayete rağmen hoparlörü dışarı vermezdi.

Öyle ya,

senin gibi inanan var,

senin gibi inanmayan var.

Hasta var, öğrenci var, uykulu var, uykusuz var...

Ayrıca geceye katılmak, kandil kutlamak isteyenler zaten içeride.

O zaman???

O zaman ya bu başka din ya bu zorlama değil.

Bilmem.

Neyse ki biz de az buçuk görüp geçirmişiz.

Sabah namazı için camiye giderken, uyuyan apartman halkına, çarptığı kapı sesiyle ayar verdiğini zannedeni de görmüşüz.

Cebine yedek çorap koyup, komşularını uyandırmamak için ayakkabıları elinde apartman kapısına kadar çorapla ineni de görmüşüz.

Ses sistemci hocama sevgilerimle...