28 Haziran 2016 Salı

sarmaşık



Balkondaki kanepeye uzandım. Yattığım yerden, dördü hemen önümüzde, ikisi ileride altı çam ağacı görünüyor. Her sene birilerinin deniz manzaraları kapanmasın diye hunharca kesilen zavallı çamlar. Sorsanız utanmadan "budadık" derler.

Budanasıcalar.

Üç dört gündür ağaçlarımız yanıyor. Ormanlarımız. Yaprağıyla, dalıyla, domuzu, serçesi, yılanı, sincabıyla yanıyor. İnsan ne kadar çaresiz hissediyor bu gibi durumlarda...

Pek çoğunuz gibi ben de hassasım, üzgünüm.

Kanepeye bu düşünceler kafamda dolanırken uzandım. Öncesinde saate baktım. 14:38. kabaca bir "iftara ne kaldı" hesabı yaptım. Açlık yok. Susuzluk da. Sadece kahve meselesi... O da yazı yazacağım için yoksa gelmez aklıma.





Çamların dördünün gövdesi de yemyeşil sarmaşıklarla sarılı. O kadar güzeller(di) ki... Gözüm en sağdaki çama takıldı. İki gündür fark ettim ki ona sarılan sarmaşık kurumakta. Dün bu durumu aşırı sıcaklara bağlamıştım. Düşünceler aklımdan tek sıra geçerken aniden bir şey dank etti kafama! Geçen hafta o tarafta oturan yaşlı çift bahçelerini temizliyorlardı. "Temizlik" onların kullandığı tanım. Oysa onlar temizlik yapmıyorlar, kendileri için uygun olmayan ne varsa yok ediyorlardı. Elbette arada bahçelerinde birikmiş çeri çöpü de atıyorlar.

Sevgisiz insandan korkulur.
Birlikte yaşlanmış ama ancak birbirlerinin cenazesinde birbirleri için ağlayacak insanlardan korkulur. Can bedendeyken birbirlerine tahammül edemeyen, her türlü kötü sözü söylemeyi kendinde hak bilen insanlardan korkulur. Suratsız, acı dilli, evi temiz, bahçesi temiz, fikri kirli insanlardan korkulur.

Uzandığım yerden fırladım.
Aklıma bu iki kişinin sarmaşığın dibine kimyasal bir şeyler dökmüş olabilecekleri geldi. Bunu yapan o kadar çok insan görünümlü şeytana rastladım ki...

Hızla kalkınca hafif başım döndü. Çamın gövdesine sarılı kurumuş sarmaşığı yukarıdan aşağıya doğru takip ettim gözümle. Dibine bakmak için.

Öylece kala kaldım.

Koca sarmaşığın kesilmiş olan gövdesi yerden bir buçuk metre kadar yukarıda öylece duruyordu. Olması gereken topraktan çok yukarıda. Kesilmiş.





Baktım bir süre...

Sorsan, böcek oluyor, fare oluyor gibi zırvaları sıralarlar. Sorsan "Senin bu dünyaya o böcek o fare kadar faydan dokundu mu?" diye aval aval bakarlar.

Tanımıyorum ama görüntü itibarıyla -genel kabule göre- mazbut insanlar gibi dururlar. Sanki Sular İdaresi'nden emekli Turan Bey ve eşi emekli bankacı Nurten Hanım gibiler. Sanki faturalarını düzenli ödeyen, kimseye borçları olmayan insanlar gibiler. Öyle yaşıyorlar işte... Kendi dünyalarında. Kendi kuralları. Kendi acımasızlıkları. Kendi sevgisizlikleri. Kendi suratsızlıkları. Kendi karoplak döşeli topraksız bahçeli evlerinde, sabahtan akşama karşılıklı çemkirerek yaşıyorlar. Bir şekilde hayatlarına yaklaşan üç beş güzelliği de temizlik yaparak söküp atıyorlar.





Bir gün batımı fotoğrafı kalmış sarmaşıklı... Silueti bile sevgisizlerden güzelmiş canımın. 






2 Haziran 2016 Perşembe

İyi ki doğmuşum


Bütün kalbimle söylüyorum;

iyi ki doğmuşum. :)))

İyi ki bu kadın ve adamın çocuğu olmuşum.



Ay bi sürü şey yazıcam sanmıştım.

Ağlamam geldi.

Mutluluktan valla...

Biraz da buruğum tabi...  eeee 30'a merdiven dayadık ne de olsa :))) 

Neyse karnım acıktı by by



Ay azalsın unutuyordum... Bu sene hayatımın en hoş doğum günü hediyesini sabahın köründe BİZİM BAKKAL'dan aldım.

Aykan'la Gür'e kahvaltıda menemen yapmak için doğranmış domates almak üzere girdim bakkala. 

Kalmamış.
Yaaa dedim.
Dur dedi.

Buzdolabını açtı. Geçen yaz kendi için yaptığı doğranmış dondurulmuş domateslerin son paketini verdi bana.

Daha ne olsun di mi...

Sağlık olsun, huzur olsun.