15 Kasım 2017 Çarşamba

o tılsımlı, o muhteşem final cümlesi




Sevgili Güllü Lokum,   

Hani az evvel içeride bir şey dinliyordum ya... Hayret lokum haline bakmadan neler anlatıyorum sana! Fakat kim iddia edebilir ki beni anlamadığını. Evet belki biz insanların algılayabileceği tepkiler vermiyor olabilirsin ama... ama işte...

Neyse, sen dinle yine de.




Yaklaşık bir saat evvel YouTube'da Oğuz Atay'ın Demiryolu Hikayecileri'ni -bilmem kaçıncı defa- dinliyordum. Hikayenin her cümlesi yaşıyor. Her kelimesi, her harfi, her noktası ve virgülü hikaye içinde hikaye yazıyor. Bu nasıl bir şey anlayamıyor insan. Sadece okuyor veya dinliyor. Her neyse, yaşıyor kısaca. Genç Yahudi, genç kadın, ayrancılar, sucuk ekmekçiler, yataklı vagon yolcuları, istasyon şefi, daktilo, lokomotifler, kulübeler, yönetmelikler, açlık, tokluk, ... Ve elbette o tılsımlı, o muhteşem final cümlesi.  

"Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"  

Belli ki bu, Demiryolu Hikayecileri'nin sonuna yazılabilecek tek cümleydi. Hikayenin finaline her gelişimde olduğu gibi az evvel yine öyle kıpırtısız durdum bir süre. Anlatılanlar henüz bedeninizdeyken oturduğunuz yerden kalkmaya gücünüz olmuyor. Kalkmak, su içmek, pencereden bakmak, kedinizi okşamak aklınıza bile gelmiyor. Zaten genellikle istasyondaki banklardan birinde unutuyorsunuz kendinizi. Genç Yahudi'nin arkasından şöyle hakkıyla üzülmek istiyorsunuz. Ne yalan söyleyeyim, açken okursanız sucuk ekmek, ayran falan çekiyor canınız. Hikaye yazasınız bile geliyor. 

"Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" Bilmiyorum Oğuz Atay'ın okuyucusu olarak neredeyiz? Ya da varsa bir kaç satır yazmışlığımız nerede bizim okuyucularımız? Hadi biz buradayız ama onlar nerede? Düşün babam düşün... Gece gece... İyi ki düşünmek bedava! Telefonuma bir bildirim sinyali geliyor o sırada. İnstagrammış. Özel mesaj. Bakıyorum, tanımıyorum. Şöyle yazıyor;

"Merhaba. Bugün kitabınız (Bugün Yalan Söylemek Güzeldi) hayatıma değdi. Bir sohbet sırası sevdiğim bir arkadaşım kızına gelen bu özel armağanı 'seveceğini düşünüyorum oku' diye ödünç verince sizinle tanışmış oldum. Sizin instagram sayfanıza yazdığınız, kitabın da başında olan sözün aynı olduğunu fark edince, siz olduğunuza emin oldum..."

Oysa ben mesajı, hala kalkamadığım istasyondaki o bankta okuyorum. Yine de isteyen istediği kapıdan girsin. 'Tesadüf', 'tevafuk', 'ilahi dizayn', 'evrenin mesajı', 'üçüncü göz', 'gönül gözü', 'epifiz', 'lütuf', 'denk gelmiş' ya da 'bütün fiillerin mutlak faili' ... Her neye inanıyorsanız inanın. Neye inanmıyorsanız inanmayın. İki durumla da ilgilenmiyorum. Yaşadığım minik güzellik ve bunun sonuncunda bir kez daha hissettiğim şey gayet açık; "Bir şey var!" 

İçimizde. Beynimizin kıvrımlarında. Kirpiklerimizin ucunda, dişlerimizde, elmacık kemiklerimizde, rüyalarımızda, açlığımızda, korkularımızda, yorgunluklarımızda, üşümemizde, aşklarımızda, her anımızda, her yanımızda bizimle, bizde, bizden olan 'bir şey' ve beni her gün biraz daha kendisine bağlıyor. Biraz daha inandırıyor. Biraz daha sokuluyor koynuma. Bazen birlikte uyuyoruz. Olumlu olmamı istiyor. İrtibatta kalmamı. Kaygan konuları sadece O'na sormamı. Öyle yapıyorum... Sonra istasyondaki bankta oturur bulmuşken kendimi "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" diyen Oğuz Atay'a özeniveriyorum. İncecik bir kitabın üzerinde ismim yazıyor diye yapıyorum bunu. Onu bile ciddiye alıyor. Önemsiyor beni. Beni değil. O herkesi/her şeyi önemsiyor. Fark etmek isteyenlere fazladan bir de göz kırpıyor. -gibime geliyor-

Sevgiyle...






























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder