7 Mayıs 2019 Salı

PAZARCI: "HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK"




konuyla alakasız gibi duran fotoğraf







Bugün pazarda çok güzel domatesler vardı. Şu miniklerden. Salkım domates diyorlar ya onlardan. Balat'ta pazarda mandal kiloyla, yumurta seçmece satılır. Domates haydi haydi... Pazarcı kirli küçük plastik tası bana doğru uzattı.

"Seç abla."

Orta boy ceviz büyüklüğündeki her bir domatesin üzerine minik etiketler yapıştırılmıştı. Üzerlerinde "İnanç Tarım" yazıyordu. Hemen bıraktım domatesi. Hemen dediysem, bıraktım dediysem, çayı karıştırıp kaşığı tabağın kenarına koyar gibi bir bırakmadan bahsetmiyorum. Saçını tarayıp tarağı yerine bırakmaktan, yüzüğünü çıkartıp kutusuna koyma sakinliğinden de değil... Sapının kızdığını fark etmediğin cezveyi lavaboya fırlatır gibi, koklamak için burnuna yaklaştırdığın gül dalından parmağına diken batmış da elini kaçırır gibi bıraktım domatesi. Öyle bıkmışım ki inanç teşhirciliğinden, kutsalın ticaret malı edilmesinden... Pazarcıyla göz göze geldik. Düşürmüş numarası yaptım. Anlamadı adamcağız. Nereden bunlar dedim. Halden dedi. Domates lazım değil deyip yeşilliklerden aldım. Bir maydanoz, bir dereotu, bir nane. Paranın üstünü verirken adam bana "Her şey çok güzel olacak abla" demesin mi? Öyle bir durdum. Ses çıkartmadım. Çıkartamadım. Baktım. Güldüm. O da güldü.

Yağmur başladı. Sabah pazarcıların muhtemelen güneşten korunmak için tezgahlarının üzerine gerdikleri brandalar yağmur sularının ağırlığıyla sarktıkça sarktı. Arada gençten satıcıların sopalarla dürtüp suları boşaltmaları bazı insanların kaçışmalarına sebep oluyordu. Uzaktan seyreden için eğlenceli anlar... Onlara da güldüm. Islanan bir kadın gülmeme kızdı. Sert sert baktı. Tutamadım, gülmeye devam ettim. Aslında kendisini biraz rahat bıraksa o da gülecekti. Dudağının kenarı seğirdi, oradan anladım. O sırada ne olduysa oldu, sanırım arkamdaki baharatçı brandayı sopayla kaldırdı. Başımdan aşağı akan suyla kala kaldım. Karşımdaki kadın siyah çarşafının bir ucuyla yüzünü siliyordu. O da dondu kaldı. Baktı bana. Gülmeye başladı. Ben zaten gülüyordum... Sonunda karşılıklı gülüştük... Bu anlattıklarım toplam otuz saniye falan sürdü ama istesem on sayfa yazarım. Çünkü çok tatlı anlardı. Çok önemli, çok sosyolojik, oldukça psikolojik, çok kıymetli anlardı.

Fazla bir şey almayacaktım. Pazar yağmur sebebiyle tenhaydı. Dolaştım. Kadının biri eriklerin ekşi olup olmadığını sordu pazarcıya. Yanlarında pür dikkat kadının tatmasını bekledim. Ekşi değilse ben de alayım diye. "Tat bak abla" dedi adam. "Ramazan günü ettiğin lafa bak" diye tersledi onu kadın. Pardesüsüne yapışmış sekiz on yaşlarındaki asker tıraşlı oğlan "Oruç tutmuyosun ki sen" dedi. Çocuk saflığı beni tebessüm ettirdi. Pazarcıyı şaşırttı. Kadını kızdırdı. Oğlanın çıplak başına hiç acımadan, aslında neyi neden yaptığını düşünmeden, düşünmek gibi bir yeteneği olduğunu unutmuşlara mahsus bir refleksle şaplağı indirdi. "Ne vuruyosun be" diye bağırdı oğlan. Onların evlerinde bağırarak anlaşmaya çalıştıklarını... Yok yok iletişim şekillerinin bu olduğu anlaşılıyordu. Göz kırptım oğlana. Öyle bir güldüm ki, kendisiyle dalga geçmediğimi, sadece "amaaaan boş ver" dediğimi anladı. Güldüm. O da gülmek istedi ama daha ağlaması yarımdı. Başka bir kadın ittirdiği bebek arabasıyla ayağımı ezene kadar gülmedi. Ben "Ayyyy" deyince, ona komiklik olsun diye abarttığımı anlamadı. Güldü saçsız oğlan. Sonunda onunla da gülüştük. 

Bebek arabalı genç kadın, mırıldanıyormuş numarası yaparken asıl amacı, o mır mır söylediklerini duymamdı sanırım. "Amma da kibarmış" diyordu. Sana gülmeyeceğim dedim içimden. Çünkü onun bakışlarında çarşaflı kadının ve saçsız oğlanın bakışlarında olmayan, küstahlık vardı. Gülmedim ona. Sadece tezgahın ayağına takılan bebek arabasının tekerleğini çıkarttım. Elleri doluydu. Bebek çok tatlıydı. başka sebebe de gerek yoktu. Dönüp bakmadım yüzüne yürüdüm gittim. 

Bir güzel ıslandım. Sokağın sol başı cami, yanı otopark, karşısı kilise, kilisenin karşısı büyücünün evi. Gerçek büyücü. Hocayım diyor o başka. Yoksa çok tatlı bir sokaktır. Görmüş geçirmiş çınarlar var. Hele vakti zamanından kalma yüksek duvarları saran sarmaşıklar... Hepsi yemyeşil şu ara. Yürürken şükrettim bol bol... O yedi hakimden biri olmadığım için bu sokakta elimi kolumu sallaya sallaya yürüyebildiğim için şükrettim. Bazılarının ölene kadar erişemeyecekleri bir lüks. Bunu anlamak da gülümsetti beni. Kötü kalpli miyim ne? 



😊 



















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder