15 Temmuz 2017 Cumartesi

Ergenler Gurur ve Cadı




Küçükada küçük bir adadır. (açıklayıcı yazım tekniğim gözlerden kaçmaz umarım) Bu küçücük adacık babamların çocukluğunda karaya bağlı değilmiş, yol sonradan yapılmış. O vakitlerde gençler -ıssız adada ne işleri varsa artık- 😏 kayıklarıyla giderlermiş Küçükada'ya. Babamın Avare'si varmış. Sapsarı bir çocukmuş babam. Göçmen çocuku bre.





Kayığa atlar, Küçükada'ya giderdim. Kaleye çıkar bi uyku çekerdim offf. (hepsi bu mu bilmiyoruz tabi 😜) Babam yana yakıla beni ararmış. Kimseye söylemezdim Küçükada'ya kaçtığımı ağızlarından kaçırmasınlar diye. Fenerin altındaki kayalıklara çıkar balıklama atlardım denize. Dik girerdim suya ama hemen yukarı verirdim yönümü. Çakılır kalırsın yoksa. Tekrar kayalara tırmanır tekrar atlardım. Sonra bir kere daha ama bu sefer üstteki kayadan. Bir sonrakinde daha üsttekinden. Uçmaktan yüzmeye. Hep çok çok sevdim denize atlamayı.






Ahşap platformdan suya atlayan delikanlılara bakarken babamın sözleri geldi aklıma. Delikanlı dediysem lafın gelişi. Garson boy insanlar. Olsun olsun 14-15 yaşında var yoklar. Bedenleri, çocukluk kalıbından çıkıp erkek olmaya çalışsa da çelimsizdi. Tüysüz ince kolları, az tüylü zayıf bacakları vardı. Platformun üzerinde üç beş adım geriye geliyor, sonra hızla koşup önce dimdik yükseliyor, ardından iki ucu denize bakan bir v harfi oluyor ve en sonunda elleri önde bacakları birbirine bitişik ve yukarıda nefis bir balıklama ile dimdik suya giriyorlardı. Eminim onlar da yönlerini hemen yukarı veriyorlardı. Tıpkı 1950'lerin başlarında aynı yerden defalarca atlayan babam gibi. Yalnız bu tıfıllar hava atma konusunda babama nazaran daha şanslıydılar çünkü başlarını sudan çıkartıp hızla bir sağa bir sola sallayıp saçlarının yüzlerine yapışmasını önlediklerinde kendilerini beğeni ile izleyen onlarca yüz görüyorlardı. 

Altı yedi yaşlarında bir oğlan "abi bi daa atlasana" dedi. Delikanlı 'öhö öhö bi düşüniiim canım benim' bakışı fırlattı minike. Bir anne "aman yavrum dikkat edin emi" dedi. Delikanlı namzetleri bu sefer 'teyze bize bi şey olmaz' isimli bakışla karşılık verdiler. Derken sevgisiz yaşlandığı yüzündeki sert çizgilerden belli olan başka bir kadın geldi. Neşeyle yüzmekte olan delikanlılara yukarıdan çemkirdi. "Siz dışardan mı girdiniz bakiiim?" İçimden cevap verdim "Ulan hepimiz dışarıdan girdik, sen gece adada mı yatıyorsun deli" İç sesim neden bu kadar kabalaştı biliyor musunuz? O kadını tanıyordum. Bir yerin müdavimi olmayı, o mekanın sahibi olmak zanneden ve haliyle kimin girip kimin giremeyeceğine karar verme hakkını kendisinde zanneden bir şımarıktı. Ne yazık ki yetmişini geçmiş bir şımarık. 

Yanımızdan geçmekte olan görevliye, çocukların iskeleyi işgal ettiklerini, gürültü yaparak plaj müşterilerini rahatsız ettiklerini -ki hepsi yalandı- yüksek sesle şikayet etmeye başladı. Tüm müşteriler bu tatsız konuşmayı dinliyor, bakışlar bir yaşlı kadına bir yüzmekte olan çocuklara yöneliyordu. Ve o sırada en söylememesi gereken şeyi söyledi "hem bunlar para vermeden giriyorlar alıştırmayın bunları" 

Zeynep kalkar oturduğu yerden. Alır soluğu yanlarında. Açar ağzını, yummaz gözünü. Gözün de açık olacak ki maksadını aşan sözler sarf edip haklıyken haksız duruma düşmeyesin. 

"Çocuklar kimseyi rahatsız etmiyorlar. Küfür yok, su sıçratmak yok. Sadece eğleniyorlar. Mutluydular. Size kadar. Nedir sizi rahatsız eden? Yeğenlerim olsaydılar şikayet etmeyecektiniz. Çünkü Tepe Mahalleden olduklarını düşünüyorsunuz değil mi?" der Zeynep. 

Bir kaç müşteri daha bana hak verdiklerini gösteren mırıldanmalarla konuşmama destek verdiler. Fakat tüysüz ince kollu, az tüylü cılız bacaklı erkek çocuk arası vücutlu delikanlı namzetleri gözlerini kalabalıktan kaçırarak sudan çıkmış mahcup balıklar şeklinde çıkışa doğru ilerlediler. 

O çalkantılı yaşlarda duygu dünyalarının kendi derdi kendilerine yeterdi zaten. Böyle piyangolara gerek var mıydı? Siz hiç kalabalık içinde haksız yere suçlandığı ve haliyle utandığı için bakışlarını sağa sola kaçıran, ne yapacağını şaşırmış bir ergen gördünüz mü? Çoğunlukla gözleri dolar. Ağlamamak için gözlerini kırpıştırırlar ki bu beni derinden etkiler. Üzüntü ve öfkenin nasıl iç içe geçtiğini en net görebileceğiniz bakışlardır onlar. Boğazlarındaki kemik inip çıkar. Yutkunurlar. Gururları kırılmıştır. O ana sebep olan empati yoksunu biri yüzünden ileride kime rastlayacağı, kimden alınacağı bilinmez bir intikamın yemini ederler. 

Beş dakika önce mutlu olan birini, beş dakika sonra yerin dibine geçirmek işte bu kadar kolaydır. Çalışanlara bol bahşiş veren sert hatlı, sevgisiz, şımarık ve hadsiz yaşlı kadın, o kayalıkları kendisinden bin kat fazla hak eden bir kaç çocuğu plajdan attırmanın huzuru ile hindistan cevizi kokan yağını buruş buruş bedenine sürmeye devam etti. Parmakları göbeğinin katları arasında kaybolurken, ne hissettiklerimden ne de kendi hakkında yazacaklarımdan haberi yoktu. Yine yatsın kalksın kendi gibi biri olmadığıma şükretsin. Aynı model olsak kesin bir kaç fotoğrafını çekip yazıya eklerdim. Hak etmişti, yakışırdı ona. Bana yakışmazdı. Kim bilir belki onun da ergenliğinde saklı bir gurur kırıklığı vardır.

Sevgi ile...



















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder