2 Mart 2016 Çarşamba

Bu akşam metrobüste gönlümün ağzını bozdum


Hayatım boyunca hiç bir zaman hiç kimsenin zenginliğiyle alıp veremediğim olmadı. Servet düşmanı hiç olmadım. Amaaaaaa...
Bu akşam metrobüste gönlümün ağzını bozdum.
Saydım. Sövdüm.
Arada hep yapıyorum.

Arada / hep :))))
&
Denizle durakta buluştuk. Yağmur bütün gün durmadan yağmıştı. Biz durakta, dolu gelen metrobüslere kedi ciğere bakar gibi bakarken de yağmaya devam ediyordu. Zeki'yi arayıp "yemek davetine gelemiyoruz galiba" dememe ramak kalmışken metrobüsün içinde bulduk kendimizi. Nasıl başardıysak :))
Arkamda iki hanımın konuştuğunu duydum.
"Kaç kilo kaşar dilimledin?"
"Bilmiyorum vallahi"
Gülüştüler.
"Yeni makinayla dilimledim"
"Kolun sakat dikkat etseydin"
"Ettim ettim"
"Yarına kaldıysa onları ben hallederim"
Gayri ihtiyari dönüp onlara baktım. Göz göze geldik, pembe başörtülü olanla. Çok sıcak, tatlı bir yüzü vardı. Kahverengi saçlı da öyleydi. Gülümsedik birbirimize. Tekrar önüme döndüm.
                            
"Havuçlu şeyden de yapılacak yarın."
"Yaaaa?"
"Malzemenin çoğu hazır."
"Hepsine mi?"
"Yok. 800 kişilik sadece"
Dayanamadım.
"Şeyyy afedersiniz ama otelde mi çalışıyorsunuz?"
İkisi de güldü. Zaten kendi aralarında konuşurken de hep gülüşüyorlardı. Yorgun oldukları belliydi ama mutsuz da görünmüyorlardı.
"Yemek şirketinde."
"Yaaa?"
"3000 kişilik yemek çıkartıyoruz her gün."
Küçük dilimi mi yutsam, gözlerimi yuvalarından mı fırlatsam bilemedim.

"Kaç kişi çalışıyorsunuz?"
"Usta ve müdürler dışında 6 kişi."
"Ne?"
Güldüler yine.
"Peki kaçtan kaça çalışıyorsunuz?"
"Sabah 07:30 akşam iş kaçta biterse. Bu akşam erken bile çıktık"
Saat 18:45'i gösteriyordu. Onlar da bizimle Ayvansaray'da binmişlerdi metrobüse.
"Mesai alıyor musunuz?"
"Geçen sene tam alıyorduk. Bu sene yarıya indi."
Kahverengi saçlı hanım kulağıma doğru yaklaştı.
"Müdürlerin arabaları yenilendi tasarruf etmek lazım" 
Bunu söylerken bile kıkırdıyordu. Bu insanların sinir sistemleri gülümsemeyi koruyucu bir kalkan olarak kullanıyordu besbelli.
"İzin?"
"Haftada bir ama bazı haftalar işe göre iptal olabiliyor."
Ben onlara doğru yaklaştım bu sefer,
"Patronların dinle imanla arası nasıl?"
Pembe başörtülü kontrol edemediği minik bir kahkaha patlattı. Mahcup bir edayla eliyle ağzını kapatırken usulca,
"Çok dindarlar" dedi.
Hayatımız ironi ya artık.
Külahımın dindarları.
                                 
Evleri Sefaköy tarafındaymış. Demek oluyor ki bu insanlar ortalama olarak, sabah 06:00 - 06:15 gibi evlerinden çıkıyorlar. Akşam evlerine dönme saatleri ise 20:00 civarı.
Mesele şu ki, bu hanımlar, gezmekten tozmaktan dönmüyorlar. Evdeki çalışanları yemekleri yapmış sofraları hazırlamış onları beklemiyor.
Evde geçirecekleri on saatleri var. Bu on saati, uyku, ev işleri, ev halkıyla hoş beş ya da ne bileyim yapmak isteyebilecekleri şeyler arasında nasıl pay edebilirler acaba?
Maaşlarının ne kadar olduğunuysa düşünmek bile istemiyorum.
&
Onlar kendi aralarında gülüşerek konuşmaktaylen biz ineceğimiz durağa geldik.
"Allah'a emanet olun." dedim.
"Siz de" dediler, tebessümle...
&
Dedim ya ben servet düşmanı değilim. Sömürü düşmanıyım. Bu sebeple ne yapmam gerektiğini düşüyorum. Yapabileceklerim bireysel. İhtiyacım olandan fazlasını tüketmemek mesela... Bu bilinçte çocuklar yetiştirmek... En önemlisi, isteklerimin, ihtiyaçlarım olmadığını kafama sokmak ve sömürü sektörlerini beslememek. Daha doğrusu bu yaştan sonra İslam'ı bırakıp Para Dini'ne tabi olmamak. Bu yüzden geçen hafta 10 TL'ye aldığım gözlüğümü çok seviyorum. :)))
                                                          

Bütün Pembe Başörtülü ve Kahverengi Saçlı hanımlara,
Emeği, hayatı sömürülen tüm insanlara
Sevgiyle...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder