3 Haziran 2019 Pazartesi

Parmak Çocuk Parmak Bisküvi





Küçük Ada 1972 - Biz 😊



Diyarbakır'ın en küçük köyü Söğütlüpınar'da doğmadım. Bilmiyorum belki öyle bir köy olsaydı doğardım. Dokuz çocuklu bir ailenin ortanca kızı da değilim. Dört benden önce, dört benden sonra toplam sekiz kardeşim yok. Bu yüzden çocukluğum çocuk bakmakla geçmedi. 

Annem terzi değildi. Haliyle Kaymakam Beyin karısı Leman Hanım, döpiyes provası için hiç gelmedi evimize. Patron kağıtları, Burda mecmuaları birikmedi büfenin alt dolabında... 

Annem, yirmi altı basamaklı merdivenle yerin bir kat altına inilerek girilen pavyonda şarkıcı da değildi. Bu yüzden hiç bir gece tek başıma korkudan tir tir titreyerek pencere önünde beklemedim onu. Kapımızı korkunç kılıklı, pala bıyıklı, göğüs kılları gömleğinden fışkıran adamlar çalmadı hiç... 

Dişçi Refik Beyin muayenehanesinde telefonlara da bakmıyordu annem. Belki Refik Bey diye bir doktor olsa gider durumunu ona anlatır, kocam ayyaşın teki eve ekmek getirmiyor, çocuklar okuyor diye dert yanar, o babacan adamcağız da annemi işe alırdı. Hem belki sonra Doktor Bey Robert Kolejde okuyan kızı Lale'nin giymediği kıyafetlerini, kullanmadığı o kırmızı askılı okul çantasını getirir anneme verirdi. Benim için. Annem gurur yapmadan alırdı. İhtiyacımız olduğu için. 

Titiz kadındı benim annem. Her gece kapının eşiğini çamaşır suyuyla silerken "Fakirlik temizliğe mani değil" diye söylenirdi. Aslında köşedeki evde oturan topukları çatlak Pakize ablaya laf çarpmak olurdu niyeti ama köşede ev yoktu. Pakize abla da... 

Annem banka müdürü de değildi. Aslında liseyi bitirir bitirmez açılan imtihanı birincilikle geçip memuriyete başlamış olsa şimdi çoktan en üst dereceden emekli olurdu. Ama liseye de gitmemişti... 

Annem ortaokul son sınıftayken bir gün Nesibe yengelerin çat kapı gelişi anneannemi telaşlandırınca çayın yanına iki yüz elli gram tuzlu, iki yüz elli gram parmak bisküvi almak için koşa koşa bakkal Şevki'ye yollamamıştı onu. Gitseydi yaşlı Şevki'nin arkada pirinç çuvallarının orada en sevdiği arkadaşı Yeşim'in küçük kardeşine neler yapmaya çalıştığını görürdü. Görse bağıra bağıra çıkar, koşa koşa yan sokaktaki kahveye gider dedesine, dayısına, komşulara "Koşun yardım edin" derdi. Onlar koşar küçük çocuğu kılına zarar gelmeden yaşlı Şevki'nin elinden alırlardı. Sonra yer misin yemez misin sormadan yedirirlerdi sopayı Şevki'ye. Ensesinden tutup koyarlardı karakolda Komiser Hulusi'nin önüne. O icabına bakardı şerefsizin... Mahalleli yazlık sinemanın afişlerinin asıldığı direğe Şevki'nin resmini takardı. Altına da bu adamdan çocuklarınızı uzak tutun yazarlardı. Şevki'nin çilekeş karısıyla kızı bir gece kimselere görünmeden sırra kadem basacak olurlardı da, konu komşu keserdi yollarını. Terzi Nimet ablanın avukat kızı akıl verirdi. "Sen neden utanacaksın, kaldır başını yerden sahip ol kızına." Zor da olsa boşardı onu Şevki'den.. Ana kız mahallede yaşamaya devam ederlerdi. Kızı Nermin tuhafiyeci Sevim'in yanında çalışır; kendi evde tarhana, salça yapıp çoğunlukla nüfus müdürlüğündeki memurlara satardı. Şevki hapisten çıkınca bir daha adım atamazdı bizim oralara. Biz, "bizim oralar olmayan" yerlerdeki çocuklar için dua edebilirdik sadece. Dedim ya neyse ki annem ortaokul son sınıftayken bir gün Nesibe yengelerin çat kapı gelişi anneannemi telaşlandırmamıştı. Nesibe yengemiz yoktu bizim. Haliyle annemin çayın yanına iki yüz elli gram tuzlu, iki yüz elli gram parmak bisküvi alması gerekmemişti. İyi ki de öyle olmuştu. Parmak bisküvi hemencecik kopup çayın içine düşüyordu. Olsun tek bisküviler kopsun çaya düşsün çocukların en büyük derdi bu olsundu. Bayram yeri gibi dünya...

Canı yanmış, canı alınmış bütün çocuklarımızın anısına...














   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder